Üniversite
son sınıfa geçtiğim yaz Almanya'da amcamın evinde kalıyordum. Almanya'ya dil
öğrenmek amacıyla gitmiştim ancak kursların tarihi Türkiye'deki tatillerle
uyuşmadığı için seyahatim turistik bir geziye dönmüştü. Muhabbet eksikliğinin,
dost hasretinin artık çekilmez olmaya başladığı vakitlerdi. O günkü tek fark
kısa sürecek olsa da emmioğluyla çıkacak olduğumuz yolculuktu. Rotamız
Hollanda'nın başkenti Amsterdam. Kalacak yerimiz belli değil. Sırt
çantalarımızı hazırlayıp sabah vakti harekete geçtik. 2 saatlik bir yolculuğun
ardından Amsterdam şehrine giriş yaptık. Arabayı merkeze en yakın otoparklardan
birine park edip oranın en ünlü meydanı olan Dam Meydanı'na doğru yürümeye
başladık. Amsterdam şehri pek de temiz olmayan kanallarla bir ağ gibi
sarılmıştı. Her ne kadar kanallar temiz olmasa da turistlerin dikkatini çekiyor
ve turistler kano ile düzenlenen şehir turlarına katılıyorlardı. Bu turlar 2 saat
kadar sürmekte olup şehrin neredeyse tamamını görmeye imkân sağlıyordu. Biz ise
şehri kano ile değil de yürüyerek gezenlerdendik.
Bu
kanalların üzerine yapılmış birçok küçük köprüden geçerek Dam Meydanı'na
gelmiştik. Meydana girdiğimizde beni tanıdık bir ezgi karşıladı. Uzaklardan
gelen bir klarnet sesi... benim çok aşina olduğum bir parça çalınıyordu. Sesin
nerden geldiğini aramaya başladım. Duyduğum ezgiye doğru hızlanarak ilerliyor
ve bir yandan da bu ezgiyi çıkarmaya çalışıyordum. Meydanın ortasına doğru
koyduğu tabureye oturup klarnet çalan adamı gördüğümde artık ezgiyi de
hatırlamıştım. Adam, Amsterdam'ın merkezinde, en büyük ve turistik meydanında
bizim memleketin, Kahramanmaraş'ın, Mihriban türküsünü çalıyordu. Uzun bir
süredir sadece telefondaki müzik uygulamalarından türkü dinleyebildiğim için
yanı başımda çalan birinden türkü dinlemek üstelik Mihriban'ı dinlemek
gözlerimin dolmasına sebep oldu. Türkü bitene kadar adamın yanından ayrılmadım.
Adam ellili yaşlardaydı. Hava oldukça sıcak olmasına rağmen beyaz bir ceketle
oturuyordu ve dış görünüşünden anladığım kadarıyla Türk değildi. Halbuki ne
kadar isterdim muhabbet etmeyi bizim ellerden bahsetmeyi türküleri konuşmayı
ama olsun en azından Abdurrahim Karakoç'un yazıp Musa Eroğlu'nun bestelediği Mihriban,
özgürlüklerin ülkesi(!) denilen her türlü ahlaksızlığın meşru olduğu
Hollanda'da bile insanların kulağına gidiyordu.
Kim bilir belki o türkü
orada cenneti Dünya'da yaşayanların monoton ve zevk dolu hayatlarına bir iğne
gibi batacak belki de benim gibi gurbetçilere kandil olup yarenlik edecekti.
Yorumlar
Yorum Gönder