Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

UMÛR-U DİN-Ü DÜNYA – MURAT HAFIZOĞLU

Osmanlı Devleti’nin uzun tarihinde, devlet ve toplum hayatının aksayan yönlerini tamir anlamında yenilenme/ıslahat hareketlerinin Kanunî, hatta Yavuz dönemine kadar giden bir geçmişi vardır. O tarihlerden Islahat ve Tanzimat fermanlarına, hatta yıkılış dönemine kadar geçen yüzyıllar içinde, “ehl-i vukuf” kimselerce aksaklıkların tespitini ve ortadan kaldırılma yöntemlerini konu alan pek çok lâyiha kaleme alınmıştır. Bu lâyihalar aynı zamanda yazıldıkları dönemlerin sosyal, siyasal, ekonomik ve dinî yaşantısına da ayna tutar niteliktedir. 16. yüzyıldan itibaren bu lâyihalar “ıslahat risalesi” adıyla daha geniş kapsamlı ve yaygın bir şekilde kaleme alınmaya başlamıştır. Lütfi Paşa’nın “Âsafnâme”si, Nahifî’nin “Nasihatu’l-Vüzerâ”sı, Sarı Mehmed Paşa’nın “Nesâyihu’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ”sı, Sarı Abdullah Efendi’nin “Nasîhatu’l-Mulûk Tergîben li Hüsni’s-Sülûk”u, Gelibolululu Mustafa Âlî’nin “Nushatu’s-Selâtîn” ve “Mevâidu’n-Nefâis fî Kavâidi’l-Mecâlis”i, Koçi Bey’in ünlü “Risâle”si,

"BİR BANKANIN NEDEN YAYINEVİ OLUR?" - M. CİHAN ALLİŞ

İstasyonlarda ve metroda geçirdiğim kısa vakitlerimi değerlendirmek amacıyla ikinci el kitap satan bir yerden aldığım, İş Bankası Kültür Yayınları’ndan “Yazarlarımızdan Öyküler” adıyla yayınlanan çocuk hikâyeleri derlemesini çeşitli duygular içerisinde okuyup bitirdim. Çeşitli duygu ve düşünceler ile de bu yazı yazılmış oldu.  Kitap, 2010 yılında ilkokul öğrencilerine “Karneni Göster Kitabını Al” çalışması kapsamında armağan edilmiş. İçerisinde on beş öykü barındırıyor. Editörlüğünü Ali Alkan İnal’ın yaptığı kitapta önsöz ya da sunuş kısmı Doğan Hızlan tarafından yazılmış. İçeriğinden bahsetmeden evvel cevabını aradığım bir sorunun üzerinden ilerlemekte fayda var: "Bir bankanın neden yayınevi olur?" Amacı, herhangi bir yol ile daha fazla kâr etmek ya da çokça para döndürmek olan bir kuruluşun sadece kâr ve para için kitap bastığını düşünemeyiz. Yayınlarının kalitesini ve telif haklarını hesaba katacak olursak amacın maddi olmadığını açıkça görebiliriz. Öyleyse YKY ve İB

KIVILCIM BAKIŞLI DOST - SAMET YURTTAŞ

Dünya'nın alışılmışlığına isyan olmalı Çocukluğunu yaşayamayan  Odunsu gövden. Gözlerinde aykırı iki gezegen , Sürekli güneşin  tersine dönen . Sen alışılmışlıkların mızraksı hali Gökten göğsümüze inen  Kıran ,yıkan ve inciten... Kanayan bir şeyler var sende  Bunaltılı akşamlarda baş gösteren  Ayaklarında inat adımları  Ancak mağara altlarının  Tenhalığında beliren. Dudaklarında Diyarbekir'den kalma  Kutsal ateş Cigaranı alevlendiren. Sen tersliğin son hasatçısı, Son verimi, son tırpan sallayıcı Kıvılcım bakışlı ,  Geceyi aydınlatan yıldızların kırgınlığı.

GÖNÜL FETHİ - Mehmed YAŞAR

“Evveli, âhiri, zâhiri, bâtını selâmlarım. El-Evvelü Allah, El-Âhiru Allah, Ez-Zâhiru Allah, El-Bâtınu Allah. Sâhib’i selâmlarım. Sâhib-i Hakîkî’yi selâmlarım. Sağımı, solumu, önümü, ardımı selâmlarım. ‘Levlâke Sırrının Mazharı’nı selâmlarım. Vâlidesini, Hatîce Vâlidemi, Fâtıma Vâlidemi selâmlarım. Cihâr-ı Yâr-ı Güzîn’i selâmlarım. Erkân-ı Erbaa’yı: Selmân’ı, Mikdâd’ı, Ammâr’ı, Ebû-Zerr’i selâmlarım. İmâmeyn-i Muhteremeyn’i selâmlarım. Tâife-i ecinnîyi selâmlarım, müminlerini ve müslimlerini. Ve sizi selâmlıyorum.” 22 Kasım 1975’te Aydınlar Ocağında Dostluk Üzerine yaptığı o meşhur konuşmasına bu selamlama ile başlıyor İrfan Fethi Gemuhluoğlu, nâm-ı diğer Fethi Ağabey. O sohbetin bereketinden nasiplenmek adına biz de bu naçiz yazıya aynı selamlama ile girizgâh etmek istedik. Malum, Fethi Ağabey için nice yazılar yazıldı, nice anma toplantıları düzenlendi, nice kitaplar çıktı. O’nun hakkında gerek matbuatta gerekse

“NASİHATNAME I: FESUPHANALLAH” - HASAN CAN ERDEM

Kendisine ilk kez, internette dolaştığım bir sırada denk gelmiştim. “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri” programında bir konuşma yapıyordu ve salondaki bürokratları edepsizlik yapmaksızın yerden yere vuruyordu adeta. Hatta bu işi öylesine büyük bir uzmanlıkla yapıyordu ki salondakiler dahi kendilerine saydırıldığının farkında değillerdi. Aklım şaşmış ve kendisini araştırmaya koyulmuştum. Meğerse bu hanımefendi Alev Alatlı imiş. Kimi dostlara, büyüklere danıştıkça, araştırdıkça gördüm ki kendisi sayılı dürüst ve dobra aydınlarımızdanmış. Yaz tatilinin vermiş olduğu rehavet halinden de kaynaklı olarak hiç değilse vaktimiz boşa ölmesin diyerek Alatlı Hoca’nın katılmış olduğu programları takip ediyordum. TRT 2’de yayınlanıp düzenli olarak Youtube’a da yüklenen bir programı vardı. Programın adı “İhmal Edilebilir Nasihatler” ve bugün itibariyle 44. Bölümü yayınlanmakta. O programın bölümlerinden bir tanesinde yapılmıştı “Nasihatname” serisinin tanıtımı da. Serinin 11 kita

ALTMIŞBİRİNCİ SİMİT - MEHMET MUHARREMOĞLU

-Simitciiiiiiiiiiiiiiiiiii... Tazee simiiit vaaar! Simit tepsisi başımın üstünde İtfaiye'nin arkasındaki Alamancı evlerinin bulunduğu sokaklardan birine girmiştim. Bu sokaklar simitçiler için iyi bir pazardı. Bu mahallenin çocukları nazlı çocuklardı. "Simitçi" ünlemesini duyar duymaz pencerelere dayanır ve annelerine simit aldırırlardı. En çok simidi bu sokaklarda satardım ben. O gün de tepside kalan son birkaç simidi tüketmek için girmiştim o sokağa. *** Simit satmayı ben istemiştim. Annem güvenmedi önce. "Sen küçüksün, satamazsın, beceremezsin" dedi. Ağlayıp zırlayınca mesele babama gitti. Babam, "bırak satsın çocuk", dedi. "Harçlığını çıkarsın hiç değilse". Abim, mahalledeki fırına söylemiş. "Salih gelecek Mahmut Usta, ona beş on simit ver satsın" demiş. Mahmut Usta da "Olur ede, gönder çocuğu" demiş. Simitçilik maceram böylece başlamıştı. Ertesi gün fırına gittim, "Ben Hasan Usta'nın oğluyum" dedim. Do

“YİNE SAÇLARIMI KOKUTUR MUSUN? - HİDAYET BAĞCI

Her şey “Şehre giden yol, Harmancık köyünün sırtını dayadığı Zambak Tepesi'nin köye bakan yüzünün bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla, köyü, tam ortasından ikiye bölerek akan dereye iner.” diye başlayan cümlelerle yol alır ve bir solukta okuduğunuzun dahi farkına varamayacağınız Hasan EJDERHA’nın kaleme aldığı “SOKAKBAŞI” romanı ile başlar, bitmez! devam eder. 10 Temmuz 1962 Tarihinde Kahramanmaraş'ın Karadere kasabasında doğan Hasan EJDERHA, İlkokulu doğduğu yerde, Ortaöğrenimini Kahramanmaraş’ta, Anadolu Üniversitesinde lisans eğitimini tamamlamıştır. 1980 Yılında bir grup arkadaşıyla TOMURCUK Sanat-Edebiyat Dergisini çıkarmış Tomurcuk Dergisinin Genel Yayın yönetmenliğini yapmıştır. 1985 yılında bir süre serbest muhasebecilik yaptıktan sonra, 1987 yılında Kahramanmaraş Valiliğinde Memuriyete başlamış, 1994-1995 yılları arasında Karadere Belediyesinde Hesap İşleri müdürlüğü yapmıştır. 1997 Yılında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesine naklen geçmiş ve burada KSÜ Kütüphanesinde

VEY IRMAĞI - DİLAVER CEBECİ

Yeryüzünde ırmaklar çoktur. Kimi ağır, yorgun, sessiz akar, kimi başı dumanlı dağların arasından çağlayıp gider, kimi Fuzûli'nin dediği gibi “Başını taştan taşa vurup gezer.” Ama Vey onlara benzemez. Ben Vey ırmağını görmedim. Görmedim ama bilirim ki Vey'in bütün ırmaklardan başka bir yanı vardır. Vey, Tuna'ya bile benzemez. Kızılırmak mı diyorsunuz? Çok dertleşmişimdir onunla. Onun kıyılarında yılgınlar* olur. Geceleri onun kıyılarında Hitit savaş arabalarının tekerlek seslerini duyarsınız. Bir köprü başında "Allı gelin”in türküsünü duyarsınız. Aras mı dediniz? Fırat mı, Dicle mi dediniz? Günlük hayatımızın her anında, bizimle yan yana, bizimle iç içe, bizimle kan kardeştir onlar.  Ben Vey ırmağını hiç bilmem, hiç görmedim. O, bin üç yüz yılın küskünlüğü ve garipliği ile erimez demir dağların ardından, bir deli cengâverin yenilmişliği ile sadece haritalarda görebildiğim bir yöne gider. Düşlerimde görürüm ki ne zaman bir yağmur yağsa bütün köprüleri yıkar. Yıkar d

ÖMÜR - HASAN BAZI

Güneş batıyor, ömür bitiyor. Ve akşamın sessizliğine kalıyoruz garip hayatlarımızla. Bir telaşedir sürüp gidiyor ömürlerimizde. Bir nefes sonrasının hesabını bilemezken koca ömrün hesap cetvelini çıkarıyoruz. Günün yorgunluğunu atmak için gönül yorgunluğunu görmezden geliyoruz. Aklımıza getirmemek için unutuyoruz bazı şeyleri. Bazense unutmak istiyoruz unutamadığımız şeyleri. Bir gülümsemenin arkasına saklıyoruz asırlık dertlerimizi. Bir gülümsemenin ardına gizliyoruz bin yıllık melâlimizi. (Keşke bir gülümsemenin getirdiği mutluluğu bir ömür hayatımıza işleyebilsek...) Uzaktan tınılaşan seslerimiz yüzümüzü örtüyor. Bir kisvedir gönül burukluklarımızın üzerini kaplayacak.  Bir muhabbettir, bir bardak çaydır içimizi ısındıracak. Göz yaşlarımızı gizleyecek bir beyaz güldür karanlıkta.  Bir huzur arıyoruz, içimizi sükûnete erdirecek. Bir mutluluk arıyoruz, hüznümüzü dindirecek. Bir sessizlik arıyoruz bunca kalabalığın içinde kendi sesimizi duymak için. Bu âlemde seyrandayız kendimizi bu