Ana içeriğe atla

Kayıtlar

DİRİM RİSALESİ - FERHAT ALTUN

                                 -yaşayanlara- 1. ölüm bahtiyar yokuşuna yukarıdan gelir göğsünde biten çiçekler öksüzdür şimdi insan her şeye tam zamanında geç kalır gül bahçesi olur kabri ihtiyar çocukların ölüm bahtiyar yokuşuna yukarıdan gelir 2. ağzı açılınca gülce konuşurdu içlerinden biri konuşunca gül dökülürdü dudaklarından gül dikenleriyle terbiye ederdi dünyayı biri gül ezgisiyle gülce söylerdi söylediklerini ağzı açılınca gülce konuşurdu içlerinden biri gülü gülce tercüme ederdi içlerinden biri tamburdan mevsimler devşirirdi güldü mü dişleriyle demir döverdi kanıyla emzirirdi  yoldaşı çiçekleri gülü gülce tercüme ederdi içlerinden biri biri başını uzattı devrilen göğe türküler söylerdi gül ezgileriyle çaldığı gül söylediği gül sustuğu gül ve inatla dünyaya vermedi başını biri başını uzattı devrilen göğe biri gülce susardı öyle vakur gül ikram ederdi gül meclisine gülden bir vakitti öyle kızıl karardı bir ara kara gül gibi hâlâ susar mı öyle vakur aldılar yuğdular sonra güll
En son yayınlar

GAZZE'DE ANNE OLMAK - HİDAYET BAĞCI

Dünyada bir ülke, o ülkenin adı Filistin. Filistin’in içinde bir şehir. O şehrin adı Gazze. Gazze’nin sokaklarında bir ev. O evin adı İnanç. İnancın   kapısında bir kilit. Kilidin ucunda bir anahtar. Anahtarın arkasında var bir Kudüs. Evin bahçeye açılan tahta kapısını aralayınca toprağa serilmiş çimenlerin yeşili göze de gönüle de huzur veriyor. Anne bahçenin   ceviz ağacının dalında salıncakta sallanan neşeli çocuklarına seslenirken diğer bir ülkenin Gazze şehrine ait sokaklarında çocuklarının yaşadığından emin olmak için bir annenin şefkat dolu sesi gökyüzünde yankılanıyor. Anne’nin sesi kızına da oğluna da güven veriyor. Küçük bir kız annesinin pişirdiği çorbayı heyecanla içmek için salıncaktan iniyor. Küçük kızın ayakları yeşil çimenlere bastığında abisi kız kardeşini sallamayı bırakıyor. Diğer bir çocuğun ise dünyası değişiyor. Anne her gece sevgiyle okşayıp, öptüğü kahverengi saçlı oğlunu tanıyor. Yerde cansız bir halde yatan oğlunun alın hizasından akan kan damlalarını öper

MÜSLÜMANIN MİSÂK-I MİLLÎSİ - SAMET YURTTAŞ

Modern çağın insanlık için bütün sınırları çizdiği bir dönemdeyiz. Müslümanlar olarak biz modern çağın helali ve haramı gözetmeksizin çizdiği sınırlar içerisinde miyiz? Yoksa kendimize ait bir sınırımız var mı? Müslümanın Misak-ı Millisi neresidir? Müslüman olarak elbette bir sınırımız vardır. Müslüman bir kimsenin Misak-ı Milli sınırları belli bir toprak parçasından ve ırktan bağımsız olarak vardır. Bizim Misak-ı Milli sınırlarımızı belirleyen temel iki kaynak vardır: Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimizin Sünneti. Biz Kur'an-ı Kerim'i ve Peygamber efendimizin sünnetini kendimize kaynak alarak Müslümanın, Müslümanca yaşamanın sınırlarını çizeriz. Sınır dediğimiz, bizim için helal dairesinin bittiği yerdir. Allah'ın bizim için nehyettiği ve yasakladığı her şey bizim sınırlarımızı belirler. Sınır dediğimizde aklımıza Kudüs, Mescid-i Aksa, Müslümanın olduğu her yer, Mazlumların yaşadığı yerler, Müslümanın gözyaşının değdiği topraklar gelmiyorsa Müslümanca bir sınırımız yok d

"ŞİİR; BİR SAVUNMA BİÇİMİ OLDUĞU KADAR, BİR SALDIRI BİÇİMİDİR DE.” - SİBEL KURT

Ruhumun melodisi şiir ve ona en güzel sözleri yazan Edip Cansever. Benim için şiir; bazen sığındığım bir liman, bazen güzel bir düş, bazen gözyaşı, bazen umut, bazen bir isyan. Şiir; özgürlüktür; söylenmek istenen hiçbir engele takılmadan dökülmelidir söze. Stratejiyi kabul etmemelidir. Yaşadıklarını yazdığını söyler Edip Cansever. Bu kitabı da ona göre dışadönük bir eserdir. Şiirin uçsuz bucaksız derinliklerini yoklamak yerine, yüzeydeki parıltılarını yoğunlaştırmayı, çoğaltmayı seçtiğini söyler. O parıltılar gözlerinizi kamaştırır hemen, onun büyüsünde çabucak hafiflersiniz. Yormaz sizi, her şey gözünüzün önündedir. Yüzeydedir belki ama en derinlere sızar. “Elbette umutsuzluğa düşerim bazen Elbette umutluyum her zaman Neden yazılır bir şiir Neden okunur bunca yazı Çünkü nasıl aşılabilir başkaca İnsanın karmaşıklığı.” İnsan gibidir ş iirleri; umutsuzluk da vardır, umut da. TRT Arşivinde izlemiş olduğum bir röportajında, şair için şöyle söylenir: “Edip Cansever için, umut

MENKIBE - AHMET ENBİYA UZDİL

Bir kaya koptu Yuvarlandı Kapandı Mağaranın ağzı Hapsoldum Yakarışıma katık yapacak Azığım yok Kalmadı senden sığınacağım bir hayal Mağaradayım ve yalnızım Her şey, hiçbir şeyle iç içe Artık ne önemi var diyorum Mahşer koptu Ve Bana dokunmadın Devrilmedi üzerime bir dağ Boğmadı su Yakmadı ateş Ama kalmadı yeryüzünde Tek bir ayak sesi de Yine de ben anlamadım Madem yalnız istiyordun Ve madem Nereye gidersem gideyim Tutup tutup aynı yerden yeniden başlayacaktım Neden gezdim bunca zaman boşlukta Neden koptu tufan Ben gemideyken Böyle yazdım ve durdum Sol cebimde iki paket vardı Birini açtım Boş! Dedim ya Anlamıyorum bu işlerden Yine de Söyle ne olur Ne yapmalıyım

EN İYİ OKUL: TÜRK'ÜN EVİ - ÖMER FARUK DOĞRU

21.yüzyılın en büyük sorunlarından bir eğitim olsa gerek. Eğitim bilimiyle uğraşan insanlar, topluluklar ve devletler hep eğitimin en iyi nasıl verileceğini araştırmaktalar ve bunun üzerine müthiş bir şekilde kafa yoruyorlar.  Tarihe baktığımızda da eğitim konusunda pek çok yazar-çizerlerin bu konuda fikirlerini görürüz. Bu fikirlerden muhtemeldir ki en önemlilerinden bir de doğuştancı yaklaşımdır. Doğuştancı yaklaşım der ki “dünyaya gelen bir çocuğa doğumundan itibaren ne verirseniz verin o verdiğiniz şeyler çocuğun eğitiminde bir yeri vardır.” Eğitim konusunda söz sahibi olan Vygotsky de bu konuda şunları söyler: “Çocuklar okuma yazma becerilerini bir yetişkin ile aralarında oluşan sosyal iletişime ve bu iletişimin etkinlik derecesine göre kazanmaktadırlar.” Tüm bunlara bakıldığında bu eğitim işinde biz Türklerin müthiş bir yeteneği olduğunu görüyoruz. Peki bu fikre nerden varıyorum? Şöyle ki bizim kadim geleneğimizde annelerimiz bizlere daha doğumumuzdan itibaren bizleri uyutmak içi

ÖLÜMÜN MAVİLİĞİNDEN DOĞAN BOSNA - SAMET YURTTAŞ

Yıl bin dokuz yüz doksan beş Kanlı temmuzun on biri Soykırım renginde doğarken güneş *"Semaya açılır annelerin elleri" Hafızayı ve acıyı dinç tutan On bir yapraklı çiçek gibi   Barış masasından kalkan tankların Haç takılmış namlusuna Mostar'ın üstünde hilal gibi Parlarken Aliya *Kolo dansı yapan garbın Kanlı bir yürüyüşüdür bu Drina'dan Srebrenitsa'ya   Sen ki Ey ölümün maviliğinden doğan Bosna Morfo kelebeklerin kanatlandıkça Toplu mezarlarından ağıtlar yükselir Şimdi mavi bir acıdır Saraybosna Kan dahi mavidir Durmadan akar halkın damarlarında   *Kolo: Yugoslavya milli dansı *“Semaya açılır annelerin elleri”: Srebrenitsa çiçeği

KİTAP MEDENİYETİ - NEVZAT KÖSOĞLU

Biz, bir kitap medeniyetinin varisleriyiz; hayatın her alanını aynı kitabın ölçüleriyle düzenleyen bir medeniyetin. Bu yüzden hayatımızın parlak bir üslubu ve öte dünyayı kucaklayan derin anlamları vardı. Bir kitap medeniyeti kurmak, önce insanın ruh mimarisini bir kitaba göre ölçülendirerek yükseltmek demektir. Ölçülenen ruh, kendi şablonuna göre dünyasını kurar; mimariden musikiye, komşuluk ilişkilerinden uluslararası duruşlara kadar hayatın tamamı anlamlı bir bütün olur. Sadece hayat mı?... Bizim medeniyetimizde tüm evren, canlısı ve cansızıyla anlamlı bir bütündür; birbirleri için, birbirleriyle ve bütünle bağlı; kitabın ruh verdiği ve bağlarını ördüğü bir bütün. Onun için, türkülerimiz, “Burada bir yiğit ölmüş, Gök gürler, bulut ağlar .” derken, sadece benzetme yapmış olmaz. Evet, bizim öyle yaslarımız vardır ki, kurtlar kuşlar katılır; gök gürler bulut ağlar. Allah korkusuyla yarılan, yuvarlanan taşlar, dünyayı ve hayatı bunca güzelleştirenler için örtülü, açık yas tutarl

KERHEN YAŞAMAK - AHMET TURAN BAYRAKTAR

Yollara koyulduk bir pîrin ardında Diz dize kol kola Küllükler tütünler hep ortada Kimimiz on beşinde kimimiz yetmişinde Kimin nasibinde Dönemeci kaç ise Ey Halleşmek üzere; dildaşlar, yarenler, ey dostlar Tütün barak tütün bozlak tütün hoyrat Tütün diyorsam dumanında ağıtlar Yanışında gurbetler İki dağın arasında Ardı cennet arkası muhabbet Dostsuz gurbetler O gurbetler ki “Dostun yüzü, dostun sesi Dostun bir an olsun gülümsemesi” Nüzul et ya rab Sızlamaktan kalmadı benim Ne çaram Ne de galan biriktirmediğim hatıram   Medet Ya Hızır Şeyhim Ya Himmet dedim El açıp üçlerden yedilere Kırkına gelmeden gurbeti bitenlere Gurbette beni gülsüz bırakanlara Ah ölmeden varsam cennet mekana “Ağır oldu” demenin tövbesiyle Varıp da yanaşsam dostun yanına O dost ki Kevser sanır karışır göz yaşlarıma Bense bir aleyhe karışırcasına Karışırım bütün hatıralarla toprağa   Şimdi hatıramı kim dinler benim Biz dağın başındayken Başınday

METİN ELOĞLU'NUN "İSTANBULLU" KİTABINA DAİR - HASAN BAZI

“üsküdarlıyım, babam boyabatlı, seni seviyorum, iddiasına var mısın?” istanbullu kitabını, yalnız geçirdiğim ikindiüstülerinde büyük bir şevkle, bir dostla muhabbet ediyormuş gibi okudum. zaman zaman yazarla hasbihâl ettim zaman zaman da yazarla birlikte ben de istanbul hasretliği çektim. istanbullu olmasam da böyle böyle istanbul özlemimi giderdim. metin eloğlu hem şairdir hem de ressam. bu vasıfların da üstünde o bir sanatkârdır. ömrünü elinin emeğiyle yaptığı resimleri satarak geçirmiştir. istanbulludur. modern türk şiirinin doruk şairidir, hayatını şiiri uğrunda yaşamıştır. eloğlu’nun şiirlerindeki keşmekeşliğin hikâyelerine de sirayet ettiğini görmek bir okuyucu olarak beni memnun etti. kitap 25 farklı hikâyeden müteşekkil. yayına hazırlayan turgay anar kitaba yazdığı mukaddimede eloğlu’nun üslubu hakkında şunları söylüyor: “Hemen her anlamda “kendi kalmayı” tercih etmiş, kendi kalarak asıl davası olan dili işleme, temizleme, genişletme, arıtma yolunda çalışmalar yapmıştır. Belk

HANGİ ŞANZELİZE - 1 - M. LÜTFİ ENGİZEK

Tarık Tufan’ın romanından uyarlanan Şanzelize Düğün Salonu, dizi sektörümüze farklı tatlar getireceğini düşündüğümüz TRT’nin yeni dijital platformu Tabii'nin ilk mahsullerinden biri. Bu platformda daha çok Anadolu insanına hitap eden; dizi, film, program ve belgesellere yer verilmiş, nihâyet. Bilim kurgu, tarih, suç, drama ve komedi gibi türlerde, masada güzel duran fikirlerle karşımızda. Aileyle veya ailesiz izleyemediğimiz, ucuz, kofna, bir türlü anlayamadığımız dertleri olan yapımları görmektense Şanzelize Düğ ün Salonu gibi dizileri görmek isterim. Şanzelize’nin yayın hayatının istikbalini belirleyecek olan pilot bölümünün ardından hakkındaki sessizliği bu yazıyla bozuyoruz. Annesini kaybettikten sonra iyice yalnızlaşan ana karakterimiz Turgut bu kaybın akabinde ilk kez bir kıza vurulur. Bu aşk vesilesiyle dergâh şeyhi babasıyla yollarını ayırır. Nihayetinde dizi, muhafazakâr kimliğini yavaş yavaş kaybetmeye başlayan Turgut’un değişen yaşantısının sekiz sene sonrasını anlatmakt

YARA - REFİK HALİT KARAY

Güneş çoktan batmıştı; fakat çiftlik gene, sabah oluyormuş gibi, şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde, kuş cıvıltılarıyla dolu, gölgesiz, hüzünsüzdü. Sıcak iklimlerin akşamlarında, zaten, bizim sabahlarımızda duyulan neşe daha doğrusu, bir hayata, rahata giriş keyfi vardır. Gözlerinizin çiğ ışıktan ve göğsünüzün nefes darlığından kurtulacağını düşünerek bir şeyler yapmak, bir zevke hazırlanmak istersiniz. Ben de emirerine dam üstünde nargilemi hazırlatmıştım, kahvemi bekliyordum; birden avluya dört atlı girdi, dört silahlı Bedevi… Bu dediğim tarihte Sultan Hamit’in Suriye’deki çöl çiftliklerinden birinde müdürdüm. O zamanlar böyle yerlere subaylardan kâhya, askerlerden korucu gönderilirdi; aşiret Araplarının akınlarına karşı koymak için… Gelenlerin en yaşlısı, kısrağından inip karşıma dikildi. Sordum: “Hayrola, ya Şeyh?” Mesele her zaman olan işlerden: İki aşiret, bir gazve (cenk, savaş) esnasında çarpışmışlar, bu dört kişi güç bela baskından kurtulup bana sığınmış, geceyi geç

BİR ŞAŞI GÖZ - M. CİHAN ALLİŞ

  Efendim merhabalar. Ben 67 yaşında, 8 çocuk babası, eşini toprağa vermiş, torunlarının isimlerini birbirine karıştıran, günde 20 farklı ilaç tüketen, birkaç kez Hacca gidip “Hacı”; biraz para kazanıp da eli bol olunca “ağa” olarak anılan bir ihtiyarım. Köylüm sağ olsun, “Hacı” olarak da “ağa” olarak da “Hacı Ağa” olarak da beni bildi. Ben de yıllarımı bu yakıştırmalara layık olmaya çalışarak geçirdim. Arada sırada da “El alem ne der?” endişesinden ailemi müşkül durumda bıraktım. Haklarını helal etsinler. Bakmayın böyle tek nefeste derdimi anlatabildiğime. Bu toprakların her ihtiyar adamı gibi derdini anlatmaktan acizim ben de. Dert benim de, anlatan ben değilim bu sefer. Sebze meyve sattığım, ömrümü verdiğim ve nice ömürleri de çürüten hal dükkanıma kara bir oğlan geldi. “Hikâye Malzemesi Dükkânı” diye bir yerde çalışıyormuş. Harçlık vermek için elimi cebime attığımda beni ikaz edip “Hacı Emmi hele 2 çay söyle de içelim.” dedi.    Ne iş yaptığını anlamadım ama küçük esnafa da yardımc

BORÇLANDIRILMIŞ İNSANIN İMALİ - FAZLI BAYRAM

" Borç sadece ekonomik bir dispozitife indirgenemez; o aynı zamanda yönetilenlerin zamanının ve davranışlarının belirsizliğini azaltmayı hedefleyen, bireysel ve kolektif öznelliklerin denetimine ve yönetimine ilişkin bir güvenlik tekniğidir. Devlet’e, özel sigortalara ve daha genel olarak şirketlere karşı hep daha fazla borçlu hale geliyoruz ve vaatlerimizi yerine getirmek için hayatlarımızın, ‘’insani sermaye’’mizin ‘’girişimcileri’’ olmaya teşvik ve icbar ediliyoruz; tüm maddi, zihinsel ve duygulanımsal ufku muz böylece yeniden biçimlendirilmiş ve alt üst edilmiş bulunuyor." ( Kitabın arka kapağından) Kitabı, Prof. Dr. Mahmut Yardımcıoğlu tavsiyesi ile aldım ve yüksek lisans öğrencisiyken Uluslararası Muhasebe dersinin dönem ödevlerinden biri olarak okudum. Mahmut Yardımcıoğlu,   1996’da tanıştığım, onu tanıyor olmanın ayrıcalığını yaşadığım, hayatımın anlam iksirlerinden olan değerli bir ağabey. Kendisi üniversite öğrencisiyken ben lise öğrencisiydim. Mahmut Ağabey daha

TESTİYİ KIRDIK BİZ - ALİŞAN GENÇ

Bizim bir medeniyetimiz vardı. Okyanusa akan büyük ırmaklar gibi coşkun bir medeniyetti bizimki. Hayatın merkezinde insan, insanın merkezinde kalp vardı. İnsanın varoluş gayesine birlikte bir yürüyüştü bizimki. Derya içreydik ve deryadan haberdardık. Atımızı derya üzre sonsuzluğa koşturuyorduk. Cebel-i Tarık’ta, Boğaziçi’nde deryanın üstüne sürüyorduk atımızı. Selahaddin-i Eyyübî idik, Tarık bin Ziyad’dık, Fatih Sultan Muhammed Han’dık. Billur bir kâsede bir bardak suydu bizim için hayat. Kitabımız, kitabelerimiz vardı. Bizim şehirlerimiz vardı, şehir merkezlerimiz vardı. İçinde benliğimizi kaybettiğimiz, eriyik haline geldiğimiz görkemli mabetlerimiz vardı. Celî, sülüs, divanî çeşmelerimiz vardı. “Su yerine süs akardı” çeşmelerimizden. Bizim bir medeniyetimiz vardı. Kazmayı dağa vururduk ama dağın kalbini incitmezdik. Bir “su kasidemiz” vardı bizim. “Su va kfiyelerimiz” vardı. Suyu, Allah’ın mülkü bilir, suyla arınırdık. Çeşmenin başında biz vardık. Hancı da bizdik, yolcu da biz.

"BİR SAVAŞÇIDIR KALBİM" - FAZLI BAYRAM

Kitabı 2013 yılında Bekir Büyükkurt hediye etti. Daha önce değerli hocam İsmail Göktürk’teki kitaptan kopya ettirmiştim. Öğrenciydim, üniversite yıllarımdı. Lise son sınıftayken bir vesile tanıştığım İsmail Ağabeyin hocalık ettiği işletme bölümünü kazanmıştım. Ağabeyim İsmail Göktürk, artık hukuk hocam olmuştu. İkinci öğretim okuduğum için ders sonraları bazı zamanlarda hocamı ziyaret ederdim hane-i saadetlerinde. Ağabeyim, hocam, büyüğüm, veli nîmetim İsmail Göktürk, birçok çay ikramıyla birlikte gönlümüzü ateşleyen türküleri ardı ardına dinleterek Maltepe sigarası eşliğinde geceye doğru dolu dizgin sürerdi beni. Sonra başucu kitaplarından seçtiği birkaç şiiri okuyup Osman Sarı’nın Bir Savaşçıdır Kalbim’ini açardı. Bu eserin kapağının açılabilmesi için gönlümüz de yüreğimiz de cânımız da mayası vurulacak kıvamda dipdiri olmalıydı. Hocam bizi itina ile hazırlayıp yüreğimizin zırhını giydirip silahını kuşandırır ve kâinatın ahengine ayarladığı şairane sesiyle okumaya başlardı. B

NOLDU BU GÖNLÜM – HACI BAYRAM-I VELİ

Noldu bu gönlüm, noldu bu gönlüm Derd-ü gamınla doldu bu gönlüm Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm Yanmada derman buldu bu gönlüm Yan ey gönül yan, yan ey gönül yan Yanmadan oldu derdine derman Pervane gibi, pervane gibi Şem'ine aşkın yandı bu gönlüm Gerçi ki yandı, gerçeğe yandı Rengine aşkın cümle boyandı Kendüde buldu, kendüde buldu Matlâbını hoş buldu bu gönlüm Sevâd-ı a'zâm, sevâd-ı a'zâm Belki oluptur arş-ı muazzam, Matlâb-ı cânan, matlâb-ı cânan Olsa acep mi şimdi bu gönlüm El fakr-u fahri, el fakr-u fahri Demedi mi ol alemler fahri Fahrini fakrın, fahrini fakrın Mahv-u fenâda buldu bu gönlüm Bayram'ım imdi, Bayram'ım imdi Bayram ederler yar ile şimdi Hamdü senalar, hamdü senalar Yar ile bayram kıldı bu gönlüm