Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MAGURUS'UN ARKA KOLTUĞUNDAKİLER (ARZ-I HAL) - MEHMET MUHARREMOĞLU

Muhterem efendim. Ulaşmak istediğimiz bir Menzil vardı: İlim yolcularıydık. Denkler dizilmiş, develer hazırlanmıştı. Kendimizden büyük ideallerimiz vardı. Heyecanlıydık. Okuyup adam olacaktık. Memleket omuzlarımızda yükselecekti. Bu halimizle kendimizi Kürşad'ın askerleri gibi hissediyorduk. Erkenden kalktık o gece. Zorlu bir yolculuğa çıkacaktık. Ama uyku nerde? Sabah yıldızını bekleyecektik artık. Ne uzun ve ne karanlık gece idi Rabbim! Birden bulutlar sarmıştı etrafımızı. Yoksa yolculuk ertelenecek miydi? Bu havada çıkarsak yolumuzu kaybedebilirdik. Kara bulutlar iyiye alamet değildi. Üstelik yolumuz çetindi. Bekliyorduk; sabırsızlıkla ve heyecanla. "Ve bir yıldız doğdu geceden". Vakti bilmiyorduk; sandık ki sabah yıldızıdır. "Çıkılan yoldan dönülmezdi" değil mi efendim? Kürşad da böyle demişti erlerine. Bir defa develer hazırlanmış, kalemler kuşanılmıştı. Yükledik develeri: "Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle". Yola çıktık böylec

YAĞMUR TAŞI - MUSA YILDIZ

Daha baharın ilk günlerinde gökyüzü ayaz, yağmur bir türlü yağmaz. Yalvarır köylü Gökgüllü Hüseyin Emmiye. -   Ya Hüseyin emmi çıkar artık şu yağmur taşını. Oku-üfür götür göm pınarın önüne derler. Gökgüllü Hüseyin Emmi; kimseye zararı olmayan, masum, pek dolaşmayı sevmeyen, kendi işinde gücünde olan yani kendi halinde, halim selim bir tip. Birazda eringeçtir, Hüseyin Emmi biraz kapris, biraz naz falan. Gökgüllü Hüseyin emminin portesi bundan ibaret gibi. Ama ayrıcalığı lakabından da anlaşılacağı gibi bazen derin mevzulara takılır. -    Çok işim var kardeşim, şimdi ben taa Fakıoğlu Pınarına kadar gidip de yağmur taşı gömemem pınar önüne der. Köylüler: -           Ya Hüseyin emmi ekinler daha yeşermeden kuruyor. Bu sene yağmur, bak işte yağmıyor. Mutlak bunda bir hikmet vardır. Belki de Rabbim senden dua bekliyor. On sene öncede böyle olmuş sonra sen taşı okuyup pınar önüne gömmüşsün yağmur yağmış. Derler. Gökgüllü Hüseyin Emmi; -           On sene önce köy muhtarı fa

BÜTÜN CADDELER AYIPLANIR - SAMET YURTTAŞ

Bütün caddeler ayıplanır elbet Yorgun bir işçinin nefesine Ekmek bandıran dilencinin gözünde Bütün caddeler ayıplanır elbet Memurların ütülü kıyafetler içinde  Modern adımları duyulsun diye Bütün caddeler ayıplanır elbet Tonajı yüksek kamyonetler İz bırakırken asfaltın yüreğinde Bütün caddeler ayıplanır elbet Kaldırımların yalnızlığını  Bastonla terbiye eden yaşlıların dilinde Bütün caddeler ayıplanır elbet Betona isyan eden çiçeğin Güneşe hasret gözlerinde Ve bütün caddeler ayıplanır elbet Duvarlara şiir yazan ergenin Savrulan saç telleriyle     

950 YIL SONRA KUTADGU BİLİG BİZE NE SÖYLER / Enver ÇAPAR

Türk denince akla ahlâk ve adalet gelir. Türkler bu iki vasfı sayesinde yücelmişler ve ayakta kalabilmişlerdir. Tarihe baktığımızda şunu görürüz: Erdemini muhafaza edemeyen ve töresini, dinini yaşayamayanlar Türk olarak varlıklarını sürdürememişlerdir. Zaman geçse de şartlar değişse de insan değişmiyor. İnsanı insan yapan değerler de değişmiyor. Kısaca ahlâk olarak tanımladığımız bu değerler olmadığı zaman insanlar insan dışı bir varlığa dönüşüyor ve felaketler art arda geliyor. Asırlar önce yazılmış olan Kutadgu Bilig, dün de bugün de ihtiyacımız olan şeyin sade ve iyi insan olabilmek olduğunu söylüyor. Hem kolay hem zor; insanlık tarihi kadar eski bir mevzu. Yazılışının 950. yılı olması münasebetiyle 2019 yılı UNESCO tarafından “Kutadgu Bilig Yılı” ilan edildi. Böyle değerlerimizin kıymetini bilmemiz için UNESCO’nun yıl ilan etmesini beklemek gerekmiyor elbette ama bu vesileyle de olsa ülkemizde bu esere dair birçok program tertip edilmesi ve çeşitli faaliyetler yapılması güzel

BİR ESKİ ZAMAN YOLCULUĞU - MEHMET YILMAZ

Türküdar çalıyordu. Sazın bütün göğsü avuçlarının içindeydi. Türküdar baştan ayağa bütün vücuduyla türküyü yudumluyordu. Türkü, mana ve mefhumuyla Türküdar’ın içindeydi. Türküdar sanki sazı çalmıyor da bebek nenniliyordu; o kadar nazikti. Ya da saz çalmıyor da sert bir toprağa, yıllarca kazma değmemiş bir araziye kazma sallıyordu. Sanki bir düşmanın boğazına sarılmış, acunun öcünü alıyordu. Bizans içlerinde at koşturan bir Selçuklu çerisiydi. O derece haşmetliydi. At üstünde dört nal bir koşuya vurmuştu kendini, tetikteydi. At ha çatladı ha çatlayacaktı. Bazan da düz bir ovada rahvan bir yürüyüşe geçiyordu. Türküdar, eliyle değil; gövdesiyle çalıyordu sazı. Telden tele geçerken parmaklarıyla beraber kır saçlı başı ve aksak ayağı da birlikte gidip geliyordu. Tellerin üzerinde gezinen mızrap değil, Türküdar’ın yüreğiydi. Ezgi değiştiren perdeleri tutmuyor; yüreğimizi sıkıp bırakıyordu. “Tamam mıyız?” diyor Reis. “Ferhat gelmedi Reis.” diye cevaplıyor muavin. Biraz sonra acele adıml

İKİ KİŞİLİK - MUSA YILDIZ

Tamam, minareden atarım da kardeşim aşağı inip tutmam. Hayat sana nasıl açık kapılardan baktı ise, bana tam tersini değil de, dörtte bir tersini yaptı, yani hayat bana hep ığdırık duran kapıdan baktı. Şimdi ığdırık da ne diyeceksin. Evet, bilmemende haklısın. Sanırım yerel bir kelime. … Tamam, bu yöresel bir kelime, bilemeyebilirsin. Ama Maraş’ın da Doğu Akdeniz bölgesinde olduğunu bilmen gerekmez mi? Ne ararsın Türkiye haritasının taa doğusunda? … Tamam, anlıyorum yıl 1981 (bindokuzyüzseksenbir) yani on yedi yıl sonra sizin milenyuma giriyoruz ama modernizenin ölçüsü ne ki? Çağdaşlığın, uygarlığın ölçüsü ne olabilir ki? Hem ben çağdaşlıkla medeniyetin aynı şeyler olduğuna inanmıyorum. … Az mı? Fakültenin birinci sınıfına başlamışsın. Ekmek elden su gölden, oh bolca baba parası. Bol  Kordon sefası, kafeler, barlar gel keyfim gel. Sonra da sosyalist geçinirsiniz. Moda ya, birilerinin bir sınıftan olması. Mesela proleter sınıfı. Sahi sen Hıristiyan-Rum olduğunu söy

ERİC HOFFER VE "DEĞİŞİM SANCISI" ÜZERİNE - ÖMER FARUK BOLAT

Eric Hoffer, Alman asıllı Amerikalı bir yazar. Aynı zamanda hayatını işçilik yaparak sürdürmüş. Kitaplarında derin konulara farklı bakış açılarıyla yaklaşan, keskin bir gözlem yeteneğine sahip sivri zekalı bir adamın düşünceleri hâkim. Yazar ne fanatik ne de elitist. Her şeyden biraz var yazarda. Okunmaya değer birçok kitabı var. Bunların bizim açımızdan önemli olanlarından bir tanesi de Değişim Sancısı. Bu kitaptaki bölümlere baktığımızda genelde Komünizm karşıtlığı görülüyor doğal olarak. Komünizm ve bunun Asya'ya etkileri ve Asya'nın değişimi, ana temalardan birisi. Bu yazıda da kitabın kısa ama etkili ilk iki bölümünü işlemeyi planlıyorum. Kitabın bir bütün olarak ele alınması oldukça zor, çünkü kitap genel bir temadan çok kısa kısa bölümlerle birçok sorunun ele alındığı bir deneme kitabı niteliğinde. Bu yüzden amacımız bizimle alakalı olan önemli bölümlerin eleştirisini yapıp önemli sonuçlar çıkarmaktır. Bunu ne kadar başarabileceğimiz ise artık başkalarının takdirindedi

BİR SEBİL OLSAM - SAMET YURTTAŞ

Bir sebil olsam  Yudumlasa yaralı kuşlar beni Güvercinler haber getirse senden Yolların tozunu yutan ayaklarıyla Son durakları ben olsam  Aşka susamışların Yudumlasa insanlar beni Kuru dudaklarından Bir sebil olsam  Kar altında donmadan akan Bir çocuk uzatıp yıkasa  Oyunla kirlettiği elini Bir ihtiyar duraklasa  Okusa üzerime işlenmiş kelimeyi Bir sebil olsam aksam Zaman kadar hırslı ve öfkeli

KIR TAŞI - MEHMET MUHARREMOĞLU

Bismillahirrahmanirrahim diyerek doğruldu duvarın dibinde serili duran yer yatağından. Emekleyerek sofanın ucundaki tahta merdivene doğru ilerledi. Fındık Nene ayakyoluna gideceği zaman kalkardı yatağından. Onun dışında sürekli yatağında yatar; namaz vakitlerinde yanına koyduğu tandıra teyemmüm ederek yatağın içinde oturduğu yerden, göz ucuyla kılardı namazlarını. Ayakyoluna gideceği zaman da evin arka tarafındaki kısımda bulunan tuvaleti kullanırdı. Sonra arka ayazda duvara tutunarak abdestini alırdı. Duvarlara tutunarak geri yatağına dönerdi. Evdelerse torunu Fatma ya da gelini Döne, koluna girer yardım ederlerdi. Evde yoklarsa Fındık Nene duvarları takip ederek yatağını bulurdu.   Fındık Nene’nin gözleri iyi görmezdi. Sadece aydınlığı ve karanlığı biraz fark ediyordu son zamanlarda. “Azıcık ışıyor yavrum buna da şükür” derdi. Namaz vakitlerini yılların verdiği tecrübeyle tahmin ederdi. Kulağı da iyi duymadığından karşı köylerde okunan ezanı duymaz, “öğlen ezanı ohundu mu yavrum”