Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

YA ALİ CANİP OLMASAYDI?* - PROF. DR. NAZIM HİKMET POLAT*

Sokrat konuşur, öğrencileri not tutarmış. O notlar olmasa, Sokrat'ın eseri de olmayacaktı demek ki... Belki Sokrat'ın eseri değil ismi bile bugüne gelmeyecekti. Dünya kültür ve medeniyet tarihinde daha niceleri, kendisini tanıyan vefakârların himmetiyle geniş kitlelere ulaşmıştır. Türkiye'nin en büyük şairlerinden Yahya Kemal; Balkanlara Seyahat (1912) risalesinden başka bir şey yayımlamadığı sıralarda, kendisini "Sokrat tarzına mensubum" diye tanıtıyor, etrafındakiler onun sohbetleriyle gaşyoluyorlardı. Fakat o, ilk gençlik yıllarında İrtika'da neşrettiklerini artık şiir saymıyor, hayranlıkla dinlenen, taklit edilmeye çalışılan şiirlerini ise henüz olgunlaşmadığı kanaatiyle hiçbir dergiye vermiyordu. Uzun bir aradan sonra tek tük imzası görülmesine rağmen o hâlâ sohbet adamı sayılırdı. Başkaları onunla "şiirsiz şair" diye alay etse de o mükemmele varmadan "eserim var" diyemiyordu. Ömrünün sonuna kadar mükemmeli arayıp durdu, kitap yayım

RÜYADA SÖYLENMİŞ MISRALAR - FERHAT ALTUN

-Bu bahçe gözlerimdir Gözlerim kan kuyusu- Bir acıyla aralanır hep Kuruyup kalma ümidiyle kapanan bütün gözler Bir acı  Kalmışsa yaşanmadık

"SORULARIN PEŞİNDE" - A. ENBİYA UZDİL

Bir dost ile bir yıldan fazla zamanı geride bıraktığımız kitap okuma programında bu ay yeni bir kitaba başladık. Bu kitap, İhsan Fazlıoğlu hocanın 2015 yılının kasım ayında ilk baskısını yapmış olan Soruların Peşinde kitabı... Felsefe-bilim tarihi, matematik tarihi ve felsefesi üzerine çalışmalar yürüten, aynı zamanda Türk tarihi içerisindeki gelişmeleri yazma eser kaynaklarına dayanarak inceleyen İhsan Fazlıoğlu hoca soru cevap usulüyle kaleme alınmış olan bu kitabında Selçuklu - Osmanlı - İslam tarihindeki meseleleri nazari planda ele almış. Kitabında, "Eşyanın, hayvanın bir geçmişi vardır ama tarihi yoktur. Geçmiş ancak ondan ibret alındığı vakit tarih haline gelir." diyerek bu alandaki çalışmalarından maksadını ifade ettiği gibi, ibret almaktan maksadının ise idrak etmek olduğunu söylemektedir. İhsan Fazlıoğlu'na göre, tarihten ibret almamız, tarihi idrak edebilmemiz için geleceğe ilişkin bir projemizin olması gerekir, aksi halde yapılan okuma ve incelemelerin n

UZUN SAMSUN İÇENLER AŞİRETİ - ALİ AYÇİL

İnsanların ayrıntılara boğulmadığı günlerden kalma güzel bir cümle vardır: “Göz gördü, gönül sevdi.” Bugün, gönlün sevmesi için gözün görmüş olması yalnız başına yetmiyor, biliyorsunuz! Gönlü memnun edecek başka başka özelliklere de ihtiyaç var. Mesela, burçlar uyuşuyor mu? Özel ilgiler birbirini tutuyor mu? Hangi müzikten hoşlanıyor gibi... Bu ilgi alanını biraz daha genişletebiliriz hatta. Çünkü pek çok insan, modern bir aşiretin mensubu haline gelmiş durumda. Koç Burcuna ait olanlar, Genç Fenerbahçeliler, Feministler, Yazarlar, Otobüs şoförleri, Vosvoscular, Sevgi Bahçesi üyeleri... Hepsine saygım var. Gel ki, bu cümleyi söylerken içim cız etmiyor da değil. Saygım var dediğim anda, içimde feministlere karşı küçük bir isyan bayrağının dalgalandığını bilmenizi isterim. Ve bilmenizi isterim ki, bütün bu girizgâhı, onları anlatmak için yaptım. Onları, yani benim de şerefli bir mensubu olduğum “Uzun Samsun İçenler Aşireti"ni. Benim için bu ülkenin en garip, en yalnız, en içli

SAMANYOLU'NDAN AVUÇLARIMA DÜŞEN RAHMET - SAMET YURTTAŞ

Sen gülünce Yörüngesinden çıkar dünya Silinir bilindik ne kadar yasa varsa Samanyolu'ndan  düşersin Rahmet bekleyen avuçlarıma. Sen gülünce  Yıldızlar demir atar karaya Ay tutulur gülüşündeki sırra Cebimde hüzünlü satırlarla Sığınırım en kuytu limana Sendeki bu güzelliği sığdıramam Aciz mısraların arasına. Sen gülünce Bir tren paslı sesiyle Yırtar bozkırın suskun bekleyişini Rayların dilinden kopan mani Savrulan bir yaprak misali Deler toprağın yumuşak yüreğini.

HASAN KEKLİKCİ HİKÂYESİ - HASAN EJDERHA

Hasan KEKLİKCİ’nin yazdığı hikâyeler kadar, kendisi de baştan başa bir hikâye… İşte bu asıl hikâyede baştan beri ben de varım. Köyden ortaokulu okumak için benden bir sene önce Pazarcık ilçesine halasına giden Keklikci, benim ortaokula başladığım sene tekrar Şehr-i Maraş’a, kendisinin yaşadığı yalnızlığı ben yaşamayayım diye yazıldığım ortaokula döndüğünde benim gurbetim sona ermişti adeta… Biz hem okuyan hem de çalışan öğrencilerdik. Doğrusu buna mecburduk. Benim Keklikci’ye, Keklikci’nin de küçük kardeşine çıraklık ettiği bir marangoz atölyesinde çalıştığımız yıllardı: Keklikci, “Yirmi Liralık Özüm” diye bir şiir yazmıştı. Şiir o kadar hoşuma gitmişti ki o günden itibaren ben de şiir yazmaya karar vermiştim. Keklikci de ben de hep garipliğimizin, fakirliğimizin ve buradan neşet eden hüznün hikâyesini yazdık. Hasan KEKLİKCİ gazetelerde köşe yazısı yazdığı yıllarda bile garipliğimizin hüznünü yazıyordu. En sert mevzuda bir yazı kaleme almışsa bile satır aralarında içten içe bir

ÇIRPINIP İÇİNDE DÖNDÜĞÜM DENİZ - UFUK TÜRK

Çırpınıp içinde döndüğüm deniz Dalgalanır coşar ürüzgarından Mevce gelip cuş eyleyen aşkımız Ah çektikçe kaynar gelir derinden Veysel böyle figan ediyordu uçsuz bucaksız bozkırın sapsarı ekin tarlalarından. Irgat soğuğu yüreğiyle gâh masmavi bir gökyüzüne, gâh bir çiğdem çiçeğine götürüyor bizi. Sivas’ın kaderine belli ki efsunlu bir türkü çalınmış ve asırlardır ocaklarından türkü dumanı tütüyor. Elimdeki kitap da Veysel’in türkülerinde olduğu gibi Sivas ellerinden tüm bozkırdaki yoksulluk, gurbet, ayrılık diyarlarına götürüyor bizi. Çocukluğumuza, gençliğimize, eve ekmek getiren babalara, elleri nasırlı ninelere, hâsılı Anadolumuzun derde gark olmuş topraklarına götürüyor bizi. Kitabına Veysel’in türküsünün adını veren yazar Hüseyin Kaya, farklı zamanlarda yazdığı denemelerini bu kitapta topladı. Aynı zamanda şair de olan Hüseyin Kaya, “bizim hikâyemizi“ yazmış. Derya coşar inci saçar kenara Aşk ehli dayanır ateşe kora Bülbüller gül için gelmişler kara Seherler u

HAYATIN TADI TUZUYDU OKUMAK - AHMET DOĞAN İLBEY

İkinci sınıf heveskâr bir kitap okuyucusunun harcıâlem bir okuma mâcerasından birkaç kareyi satırlara döktüğüm için usta kitap okuyucuları ve kitap tiryakileri fakîri affetsinler. Okumak, ibadetlerden sonra en derûnî, en fikirli faaliyettir, yâni tefekkürün yoluna girmektir. Okumaktan gaye en evvel kendi hüviyetine ait değerler dünyasını sahiplenmek, sonra bütün insanlığın derûnunu tanımak. Okurken kendi var oluşumun peşindeyim. Okuyarak tutunduğum dünya derûnumda saklı olan kendi hikâyemdir aslında. Okumaya başladığım her kitapla aradığım dünyanın peşine düşmüş oluyorum. Bir odada kitapların sayfalarında seyahat ettiğimde şahsiyetimi buluyor, gerçek hüviyetimi kazanıyorum. Göz emeği döktüğüm her okuma sırasında iç mâna gözüme de sahip oluyor, hayatın hayhuyundan sıyrılıp fikirli ve edebî bir hayatımın var olabileceğini öğreniyorum.   Boyuma bakmadan okuduğum kitaplar Anlatacaklarımı komik bulmayın; sokağa çıkarken ve işe giderken yanıma birkaç kitap alırım hep. Hâne ha

MODERN TÜRK MÜNEVVERİ İHSAN FAZLIOĞLU’NUN ESERLERİNE DAİR BİR KAÇ SÖZ(4) VE SON SÖZ - fazlı bayram

8-Sözün Eşiğinde (Kasım 2015) Eşik, bir şeyin arkaya, bir şeyin öne alındığı yer. Geride kalmış, geçilmiş, idrak ederek ya da ifsâd ederek. Şuurunda ve fevkinde olarak ya da bilmeden. Her ne olursa bir şeyin başlangıcına gelmek; açılmasını beklemek kapının. Sözün eşiği neresi? Söz nedir? “ İslam medeniyetinin bir dil medeniyeti olduğu sıkça söylenir. Doğrudur. Ki Kur’an-ı Kerîm’den dolayı dili, hayatın anlamını temellendirmek için hermeneutik(yorum bilgisi) referans noktası hâline getiren İslâm’dır.”   “Ateist bugünkü anlamıyla, her zaman Tanrı-tanımaz demek değil. Kilise kavramı etrafında, Avrupa tarihi ile alakalı olarak elbette, Evren’i, doğayı açıklarken, Evren ile doğanın bilgisini elde ederken, Tanrıya yer vermemektir. Başka bir deyişle, tanrıya ve tanrısal olana beşerî bilgi içinde yer vermemek. Bizim kültürümüzde de bazı kelamcıların tavrı buna benzer.”   “Ahlak sözcüğünün bir makûl olarak üretildiği kadîm gerçeklik küresi artık mevcut değil; ancak sözcük, k

BURSA-1 - A. ENBİYA UZDİL

Ensar'ın “Haydi” demesiyle birbirini takip eden meçhul bir maceraya, bir seyahatler dizisine atılmış olduk. Cuma gününe yola çıkmaya niyet ettiğimizde günlerden salıydı. Aradaki iki gün içerisinde de plan yapmaya bir türlü fırsat bulamamıştık. Aklımızda son durağı Bursa olmak üzere bir rota ve birkaç şehir ismi vardı sadece. Nereye nasıl ulaşacağımızı, nerde kalacağımızı ne yiyip ne içeceğimizi bilmeden sırt çantamıza bir ceket, pantolon ve gömlek koyarak hazırlığımızı tamamladık. Yolcunun halini Allah bilir demişler ya, bizim de tüm hesabımız işte o kadardı, Bursa'yı ilk kez bundan bir yıl önce Cihan'la birlikte ziyaret etmiştik. Kadıköy'den kalkan İDO'ya yetişmek için sabahın bizce erken bir saatinde koşturmaya başlamış, öğlene doğru Mudanya'ya ulaşıp, gün boyu şehri yürüyerek bir baştan bir başa dolaşmıştık. Bu sebepten Ensar'la yaptığımız bu ikinci ziyarette, şehrin o kadar yabancısı sayılmazdım ancak gece yarısına az bir zaman kala otogar tarafında in