Ana içeriğe atla

BAHAEDDİN ÖZKİŞİ VE GÖÇ ZAMANI - MİRAÇ DOĞANTEKİN


Erzincan'daki sahafta rastlamıştım kitabına. Daha önce sadece adını bildiğim bu adamın iki kitabını hiç düşünmeden almıştım. Aldığım kitaplardan birini hiç okumadan elden çıkarmış diğerini ise asla bitiremeyerek iki sene çantamda taşımıştım. İlk hikayesini okuduğumda bir göçten bahsedeceğini düşünmüş ve seçtiği özne adlarından ötürü onu Tanrı Dağı Türkçülerinden ilan etmiştim. Tüm sırlarını çözmüş olmanın verdiği gururla kitabı bir kenara kaldırmış, yazarın tabiriyle “hınzırca” bir hisle konunun üzerini kapatmıştım. Bir sene sonra bazı dürtülerle kitabı tekrar elime aldığımda evimde bir yer keşfetmenin verdiği heyecana benzer bir heyecan ve mutluluk yaşadım. Her yeni sayfada intikam dolu gülüşlerle yanılgımın tadını çıkartıyordum. Kışlak kahvemde kitabı okuyor yazlık kahvemde notlar alıp heyecanımı atıyordum. Diliyle Anadolu öykücülüğüne yakın dursa da “Palto” gibi monologlarla örülü karmaşık hikâyeleriyle dönemini yakalıyor hatta üstüne çıkıyordu. Pek çok hikâyecide yakaladığım yazar maskesine hiçbir hikayesinde rastlamadığım bu adam sanki kahveden biri kılığında beni seyrediyor ve hâlime gülüp hikâyesine devam ediyor gibiydi. Sayılı günler gibi kitap da bütün güzellikleriyle bitti bir gün. Sıra hikâyecinin hikâyesini öğrenmeye geldi. Sitem ve kızgınlık dolu buruk bakışlar, sigara dumanı gibi donuk ve boğuktu. Elimdeki kitabın ilk baskı olması kitabı almam için de okumam için de beni heveslendirmişti. Ancak kitabın baskı tarihi aynı zamanda yazarının ölüm tarihiydi. Evet, bütün güzel hikayeler gibi sayılı günler de son bulmuştu. Yazar yaşadığı gibi ölmüştü. Dedesinin ona anlattığı gibi:
                “ ‘Siz hiç sabaha karşı çağıran bir ses duydunuz mu? Bir ney ahengine bürünmüş bir ses? Bir adam gördünüz mü, elini şakağına dayamış bir MÜNADİ GÖÇ ZAMANIDIR diye haykıran?’
Dede olmalıydı şimdi. Size derdi ki, siz de duyacaksınız bir gün. Sonra gülümser, gözleri uzaklara dalar giderdi.”




Yorumlar