Zihinleri dijital işgale uğrayan
günümüz çocukları hala düş kurabiliyor mu acaba? Altında oynadıkları ağaca konan
kuşlarla konuşabiliyorlar mı? Deynekden yaptıkları atlarla ve tahta kılıçlarla
dört nala uçsuz bucaksız tarlalarda dolaşabiliyorlar mı? Kuşların
kanatlarındaki renkli dünyaya dalabiliyorlar mı?
Çocukluk zengin bir hazine. Dünyaya
bulaşmadığı ve saflığı koruduğu için. Hayatın sade ve yavaş yaşandığı, her
şeyin tabii olduğu dönemler. Bir Anadolu köyü, altmışlı yetmişli yıllar.
Yoksulluk, çaresizlik, hasretlik her evde. Küçük yaşta babasını kaybeden bir
çocuğun hayal ve gerçek arasında geçen günleri. Görsellerin çok az olduğu
kelimelerin hayalleri süslediği zamanlar.
Hayal ruhun kanatlanmasıdır bir
nevi. İnsanın tabiatına uygun şeyler hayal kurmasını sağlar. Çocukluk düşleri daha
farklı ve renkli olur. Bir ağacın uzayan dalları, bir kuşun bakışı, ocakta
yanan ateşin duvara yansıyan gölgesi ve dahası. Hepsi hayal alemine açılan
pencerelerdir. Günümüz çocuklarının maalesef tabiatla ve tabii şeylerle ünsiyet
kurma imkanları çok kısıtlı. Bu yüzden hayal dünyaları çok dar. Aceleci, sabırsız ve doyumsuz olmaları bundan
olsa gerek.
Rahmetli Şükrü Karaca’nın ilk ve
tek romanı “ Dünyayı Dolduran Kiraz”dan bahsediyorum. Romandan ziyade çocukluk
anılarının hikayeleştirilmiş hali de denebilir bu esere. Roman kahramanımızın
adını bilmiyoruz. Yalnız bir lakabı var. Bu lakapla geçiyor romanda. Lakabı “Kepenek”
kelebeğin yöresel dildeki söyleniş biçimi. Er lakabıyla anılır demiş atalarımız.
Sahi eskiden birçok insanın lakabı vardı. Lakaplar insanların mizaç ve
davranışlarına göre verilirdi. Hakaret ve aşağılama amacı taşımayan bu lakaptan
bazen o kişi rahatsız olsa bile toplumdaki samimiyetin ve muhabbetin bir
yansımasıydı bu durum.
Kepenek yakasız eski bir önlükle
okula başlıyor. Arkadaşları ona şaka yapmak için tahtaya “kelebek” yazıyorlar
ve ondan okumasını istiyorlar. Bizimki kelimeyi “kepenek “ diye okuyor.
Arkadaşları gülüyor, o ise niye güldüklerini bir türlü anlamıyor. Okul macerası
hayli renkli. Okula ilk defa bir Atatürk büstü yapılıyor. Açılışına valinin
katıldığı merasim ve yaşananlar “ Sürgün İnek” filmini akıllara getiriyor.
Eskiden yazın serin yaylara
gidilirdi. Yayla hayatın bir parçasıydı. Yayla türküleri söylenirdi. İnsanlar
hayatı ırmak gibi yaşardı o zamanlar. Eşyaya ve mekâna bağlanmazlardı. Yazın
yaylalara kışın kışla yerlerine gidilirdi. Hayat sürekli akıp giderdi.
Şimdilerde yazın daha sıcak ve bunaltıcı yerlere akın ediyor insanlar. Çok garip.
Romanda yaylaya göç ve yayladan dönüş de ayrıntılı olarak işleniyor.
Kahramanımız kepenek de herkes
gibi yaylaya göç ediyor. Çocuk gözüyle yaylaya bakıyor. Mantar toplarken cinler
ve perilerin kendisini izlediğini sanıp korkuyor.
Hemen her köyde yaşanan kız kaçırma olayları, gençlerin
köy hayatından ve çobanlıktan sıkılarak şehre kaçmalarının hikayesi çok tanıdık
gelen bölümler.
Küçük bir Anadolu köyünde
yüreğiyle yoldaş olup yaşayan Kepenek’in zengin hayallerine ortak olacaksınız.
Yüreğinden, gönlünden geçenleri duyacaksınız. Çocukluğunuza, köyünüze
gideceksiniz. Sade ve yerli bir dili var eserin. Kelimeler insanı yormuyor.
Size anılarını akıcı bir şekilde anlatan birini dinliyormuşsunuz hissi veren bu
eser hem çocuklara hem de büyüklere hitap ediyor.
1989 Türkiye Yazarlar Biriliği
roman ödülüne layık görülen “Dünyayı Dolduran Kiraz” Ötüken Neşriyat tarafından
Ocak 2017’de tekrar basıldı. Dünyanızı çocukluk ve saflıkla dolduracak bu
eserin müellifine rahmet olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder