İnsanlarımızın kitap karşısındaki tavrı, çok şeyleri
açıklayabilecek güçte ve biraz da hüzünlü bir hikâyedir. Bir yamacına yaslanır
derin derin düşünürsünüz, öbür yanı öfkeden kudurtur.
İslâm inanç ve düşüncesi, kültürümüze özünü kazandırırken ferdî ve içtimaî
davranışlarımızın yönünü kitap belirlerdi. Bu, gerçek diri çağlarımızda,
hayatın her safhasına ve her meselesine ölçüyü kitap verirdi. Hakanımızdan
çobanımıza kadar, bu ölçülerle şekillenerek aynı ruh iklimine yönelirdik. Böylece,
dünyamız, daha bir sağlamlaşır, varlığımız, imanımızın temellendirdiği bir
teminata kavuşurdu.
Osman Gâzi Hazretlerine, pazarda ticaret yapanlardan vergi namıyla bir miktar
para alması tavsiye edildiğinde, ilk sözü, ‘’Şeriatte yeri var mıdır?’’ sorusu
olmuştu. Ömrü, eni konu, bir karış toprak ve sabanla sınırlanmış olan da,
davranış ve düşüncelerinin kitaptaki yerini sorardı. Kitapta yeri var mı? İşte
bizi asırlarca hâkim kılan soru…
Kitap şuuru, millî bünyemizin en büyük dokuyucu unsuru idi. Padişah-ı cihan ile
taciri, yan yana durduran, âlimle cahili aynı değer çizgisi üzerinde yürüten
harikulâde güç; bizi yıllarca, tarihe dev bir sütun gibi diken bu şuurdu.
Bu şuur, içtimaî ve ferdî plânda, bir kendi kendini sınırlandırma ve denetleme
olarak ortaya çıkardı. Devletin resmî hukuk düzeni ile, millî değerlerin
çatışmadığı zamanlarda, hukukî müeyyidelerle beslenir, asıl önemlisi, hukuk
düzeninin alt yapısını, vicdanlardaki temelini teşkil ederdi. İçtimaî tepki ve
müeyyideler de kitap ölçülerine göre ortaya çıkardı. Vicdanî, içtimaî ve hukukî
kaynaklardan gelen değişik müeyyideleri, aynı ölçülerle, aynı yönde ve iç içe
gerçekleştirebilen böyle bir şuur ve düzenin incelik ve heybetini kavramak güç
değildir.
Bu şuuru en yoğun hâliyle ve kendi düzenimiz içinde yaşadığımız zamanlar oldu.
O büyük zamanları büyük millet olarak yaşadık.
Bu şuurun çözülmeye başlaması ile, hem devletimiz, hem insanımız sallantıya
düştü, en güçlü dayanağını kaybetti. Ferdin iç çekişmeleri ile birlikte, millî
hayatımız da çeşitli değer çatışmalarının savaş alanına döndü.
İslâm tarihinin insanlığa en büyük hediyelerinden biri sayılabilecek olan fetva
müessesi kitap şuurunun içtimaî sahadaki teşkilâtlanması idi. Devletimizin harp
kararlarından, ferdin en küçük sosyal davranışlarına kadar her şey fetvanın
süzgecinden geçerek varlık kazanırdı. Sonra bir gün fetva, kitabına uydurma
sanatı olmaya yöneldi. İşte, biz o gün bittik. Ve artık zaman, bizi çiğneye
çiğneye kişimizi nefsine, milletimizi bu günkü zillete mahkûm etti.
Kitap şuuru, milletimizi, yazılı olan her şeye dünyanın en saygılı insanları
hâline getirdi. Kur’ân-ı Kerim yazılı bir Kitâb’dı. Diğer bütün yazılanlar da.
O’na olan yakınlıklarına göre saygıdeğer yerlerini aldılar. Yazılı kâğıtlar -ne
yazılmış olursa olsun- ayak altlarında görünmez oldu, saygıyla kaldırılarak
duvar deliklerindeki yerlerine konuldular.
Halkımızın kitaba olan bu saygısı, tabiî olarak aydınlar karşısındaki tavrına
da sindi; aydın kişiye büyük saygı duymaya başladı. Onun bakışında aydın, kitap
yazan, kitaptan söz eyleyen, kitabın dışına çıkmayan adamdır. Kültür seviyesi
kitapla doğrudan doğruya ilgi kurmasına imkân vermeyen halkımız için aydın;
kitabı konuşturan, kitapla kendi arasındaki kişidir, yol göstericidir. Oysa,
kitap şuurunun çözülmesinde, hele son iki yüz yıl boyunca, aydınlarımızın
günahı küçümsenemeyecek kadar çok ve sonuçları itibariyle acıdır.
Aydınlarımız, milletimizin kendilerine olan bu bakışının farkında idiler. Ve
bütün, millî olana yabancılaşma gayretlerini, daima “kitabına uydurma” nın yollarını
aradılar, bu noktayı ihmal etmediler. Aydından gelen birçok hareketler
karşısında halkımız, “kitapta yeri vardır” diye, en azından tarafsız kaldı.
Fakat gittikçe açığa çıkan çelişmeleri, yabancılaşmaları kavradıkça, kitabından
şüphe etmediği için aydınlardan soğumaya, onlara olan inancını yitirmeğe
başladı. Cumhuriyetle beraber, aydın-halk yabancılaşması, artık resmî cepheler
halini aldı.
Çünkü aydın artık açıkça kitabın dışına çıktığını ilân etmiş ve bir başka
kitabın ölçülerini maddî müeyyidelerin garantisi altına almıştır.
Şimdi ise, tercüme hukuk, taklidî ahlâk ve gün geçtikçe yeniden canlanıp
kıpırdayan kitabî değerlerimizin millî bünyemizdeki kavgasını yaşıyoruz.
Aralık 1969
(Ötüken
Neşriyat/Nevzat Kösoğlu/Kitap Şuuru/1998)
Yorumlar
Yorum Gönder