Çırpınıp içinde döndüğüm deniz
Dalgalanır coşar ürüzgarından
Mevce gelip cuş eyleyen aşkımız
Ah çektikçe kaynar gelir derinden
Dalgalanır coşar ürüzgarından
Mevce gelip cuş eyleyen aşkımız
Ah çektikçe kaynar gelir derinden
Veysel böyle figan ediyordu uçsuz
bucaksız bozkırın sapsarı ekin tarlalarından. Irgat soğuğu yüreğiyle gâh
masmavi bir gökyüzüne, gâh bir çiğdem çiçeğine götürüyor bizi. Sivas’ın
kaderine belli ki efsunlu bir türkü çalınmış ve asırlardır ocaklarından türkü
dumanı tütüyor.
Elimdeki kitap da Veysel’in türkülerinde
olduğu gibi Sivas ellerinden tüm bozkırdaki yoksulluk, gurbet, ayrılık
diyarlarına götürüyor bizi. Çocukluğumuza, gençliğimize, eve ekmek getiren
babalara, elleri nasırlı ninelere, hâsılı Anadolumuzun derde gark olmuş
topraklarına götürüyor bizi. Kitabına Veysel’in türküsünün adını veren yazar
Hüseyin Kaya, farklı zamanlarda yazdığı denemelerini bu kitapta topladı. Aynı
zamanda şair de olan Hüseyin Kaya, “bizim hikâyemizi“ yazmış.
Derya coşar inci saçar kenara
Aşk ehli dayanır ateşe kora
Bülbüller gül için gelmişler kara
Seherler uyanır bülbül zarından
Aşk ehli dayanır ateşe kora
Bülbüller gül için gelmişler kara
Seherler uyanır bülbül zarından
Kitapla tanışmam 2011 yılının sonlarıydı.
Soğuk bir Ankara gününde devlet memuriyeti sınavları için gittiğim kursun yakınlarındaki
bir kitapçıda, bir dostun tavsiyesi ile birkaç günlük öğle yemeğimden kısarak denkleştirdiğim
parayla satın almıştım kitabı. Her öğrencinin kaderinden bir pay da bana
düşmüştü. Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz, o gün bu gün kitaplığımın en güzel
köşesinde yaşar durur. Zaman zaman hüzün denizlerinde çırpınıp döndüren bu
kitap, zaman zaman bir tren istasyonunda sokak lambasının altında bekletti beni,
zaman zaman da yarım kalmış bir sarılmanın acısını hatırlattı. Kitaptaki
denemeleri yazan bir şair olunca yazılanlar da şiir gibi saplanıyor insanın
yüreğine.
Yazar, kent soğuğunun sahteliğinden samimiyete,
ucuz arzulardan ebedi sevdaya açılan kapıların resmini çiziyor adeta. Özlediğimiz
ne varsa aslında getirip kalbimizin ortasına bırakıveriyor. ‘Bir Ömür İki Hece’de
“Bir kez bile yüzüne karşı sevdiğimizi
söyleyemediğimiz, kaç kez niyetlendiğimiz, belki provasını yaptığımız ancak bir
türlü dilimizin dönmediği, kelimelerin hep kifayetsiz kaldığı gizli bir
sevdadır baba sevgisi çoğumuz için, uzaktan öylece yaşarız bir ömür.” derken
çocukluğumuza dair hüzün tülleri örtüyor kalbimizin üstüne. ‘Ayrılık Resimleri’nde “Uzun
bir ayrılıktır insan kalbi, kendi yalnızlığına gömülü. Kalbine tutunarak
yaşayan herkes için beşiğin ardıyla başlar gurbet ve ayrılık.” derken
kalbimizin yalnızlığa, gurbetin ve ayrılığın da âdem olan bizlere ne güzel
yakıştığını söylüyor sanki.
Aşıklara gurbet bülbüle firkat
Derdimi sorarsan dürülü kat kat
Ey gönül derdinden etme şikâyet
Yüce dağlar gurur duyar karından
Derdimi sorarsan dürülü kat kat
Ey gönül derdinden etme şikâyet
Yüce dağlar gurur duyar karından
Hüseyin Kaya, bozkırın karından,
yağmurundan, baharından, yazından bahsederken çocukluğumuzun kardan adamlarını,
bata çıka yürüdüğümüz okul yollarını, güneşten yanmış kara kavruk suratlarımızı,
titreye titreye yağmur altında kaldığımız günleri, gökkuşaklarını, ağaçlara
attığımız çentikleri getiriyor gözlerimizin önüne. ‘Bahar Şarkısı’nda “Her annenin çocuğuna yağmurlu gecelerde
anlatacağı, içinde melek ve yağmur bulunan bir yağmur masalı olmalı. Her şairin
içinde yağmur geçen bir şiiri mutlaka olmalı ve her bestekâr içinde yağmurun
sesini duyabileceğimiz bir şarkı bırakmalı yaşadığı dünyadan giderken. Yağmurlu
bir günün resmini çizmemişse, çizmeyi düşünmüyorsa eğer bir ressam, resim
çizmeyi bırakmalı ve yağmurlu günlerde şemsiye satışları, şemsiyeyle sokağa
çıkmalar yasaklanmalı. Yalnızca yağmurun yağdığı vakitlerde yürümek için
kaldırımlar, parklar, yollar inşa edilmeli bütün şehirlerde. Her yağmurdan
evine kuru dönenler kapıdan içeri alınmamalı, çünkü insan her bahar en az bir
kez tepeden tırnağa ıslanmalı ve yağmur yağarken dünya ile ilk kez merhabalaşan
tüm bebeklerin adı yağmur konulmalı.” derken yağmurun hayatımızdaki derin
izlerini anlatıyor.
Derd ile mihnete dalmayan aşık
Ne yemiş ne doymuş eli bulaşık
Kınaman Veysel'i fikri dolaşık
Ayrılmış yarından yar diyarından
Ne yemiş ne doymuş eli bulaşık
Kınaman Veysel'i fikri dolaşık
Ayrılmış yarından yar diyarından
Bozkırın tüm istasyonları gibi Sivas İstasyonu
da nice ayrılığa, gurbete, yoksulluğa, hüzne, sevdaya şahit olmuştur kim bilir.
Gurbetin ne demek olduğunu bilenlerin Hüseyin Kaya’nın Sivas İstasyonuna dair yazdıklarında
kendini bulmaması mümkün mü? İstasyonlar sadece yolcuların değil meczupların,
evsizlerin ve kimsesizlerin de yurdudur. Bu sebeple yazar kitabında “İstasyonu olmayan şehirlerin yalnızları
daha yalnızdır, kimsesizleri daha kimsesiz.” diyerek istasyon sakinlerini de
unutmamıştır.
Hüseyin Kaya bozkıra, yaza, kışa, çiçeğe,
istasyona, türküye, radyoya, deftere, yağmura vefasının yanında bir yoldaşı
gibi, dert ortağı gibi yanında taşıdığı, her ânına şahitlik eden kırk yedi
numaralı ayakkabılarına da vefasını göstererek onu ne kadar incittiğini,
yorduğunu, bakımsız bıraktığını da dile getirmektedir. Kırk Yedi’yi okurken her
ne kadar gülümsesek de “incinir düz caddede dağda gezen ayaklar” misali kitap
bizi hüzün dağlarında gezdirmektedir.
Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz; bir
kalbimizin olduğunu, derdimizin özümüze derman olduğunu hatırlatan bir kitap.
Ne diyelim biz kitapta kendimizi bulduk, kendini bulanlara selam olsun…
Kitap ne güzel kitapmış,kitap hakkında yazan ne güzel yazmış ki okurken aklıma ne güzellikler gelip durdu.Süleyman Çobanoğlu’nun denemeleri,Yavuz Bülent Bakiler’in şiirleri,Neşet Ertaş’ın türküleri.
YanıtlaSilSelam olsun Sivas’a,Yozgat’a,Kırşehir’e.Plakalar ile siyasi sınırlar ile birbirinden ayrılamayan uçsuz bucaksız bozkıra