Ana içeriğe atla

HASAN KEKLİKCİ HİKÂYESİ - HASAN EJDERHA


Hasan KEKLİKCİ’nin yazdığı hikâyeler kadar, kendisi de baştan başa bir hikâye… İşte bu asıl hikâyede baştan beri ben de varım. Köyden ortaokulu okumak için benden bir sene önce Pazarcık ilçesine halasına giden Keklikci, benim ortaokula başladığım sene tekrar Şehr-i Maraş’a, kendisinin yaşadığı yalnızlığı ben yaşamayayım diye yazıldığım ortaokula döndüğünde benim gurbetim sona ermişti adeta…
Biz hem okuyan hem de çalışan öğrencilerdik. Doğrusu buna mecburduk. Benim Keklikci’ye, Keklikci’nin de küçük kardeşine çıraklık ettiği bir marangoz atölyesinde çalıştığımız yıllardı: Keklikci, “Yirmi Liralık Özüm” diye bir şiir yazmıştı. Şiir o kadar hoşuma gitmişti ki o günden itibaren ben de şiir yazmaya karar vermiştim.
Keklikci de ben de hep garipliğimizin, fakirliğimizin ve buradan neşet eden hüznün hikâyesini yazdık.
Hasan KEKLİKCİ gazetelerde köşe yazısı yazdığı yıllarda bile garipliğimizin hüznünü yazıyordu. En sert mevzuda bir yazı kaleme almışsa bile satır aralarında içten içe bir mizah, tatlı bir latife hep hissedilmiştir. Kendisi incinse bile incitmemeyi şiar edinmiştir.
Bir süre yoğun iş temposu ve sonrasında siyaset, belediye başkanlığı derken yazmaya ara verdi; ama hep okuduğunu, okurken notlar aldığını yakinen biliyordum.
Nihayet birkaç yıl önce heyecanla beklediğimiz hikâyelerini yazmaya başladı. 2013 yılından bu yana Yoldaki Kalemler’de yayınlamaya başladı. Hayata dikkatli yürüyen nezih bir adamdır Hasan KEKLİKCİ; eskilerin tabiriyle remz bir şahsiyet. Kısa bir hikâyesi var Keklikci’nin; adı “BALYOZ”. Bu hikâye O’nun hayat felsefesidir adeta… Üzerine vazife olmayana karışmaz. Sormayınca söylemez vs... En iyisi bahse konu kısa hikâyeyi okuyun, ne dediğimi anlayacaksınız.


“Çocukluğumda Pazarcık'ta bir demirci dükkanında çalışmıştım. Kalfalardan biri:
"Bana iş vermiyorlar" diyerek bir gün işe gelmemişti.
İkinci gün işe geldiğinde eline kocaman bir balyoz verdiler. Örsün üzerindeki demire indirdiği ilk darbede balyozun sapını karnına vurdu. Niye iş vermediklerini o şekilde anladı.
"Bir Hocam’ın olduğu resimlerde yer alamamaktan şikâyet etmiştim hep. Bu hafta çağırdılar, resmi çektirdiler. Yunus Abi, Hacı Ahmet, Ferhat ve Dr. Mehmet şahit ki başka bir dünyadan başka bir şehre gelmiş gibiydim.
Dönüşte arkadaşları bırakacağım yerleri şaşırdığım gibi evi bulmakta da zorlandım. Uzun lafın kısası: Kaldıramayacağın balyoza sarılmayacakmışsın.”

KEKLİKCİ’nin bu hikâyesinden en çok ben ders aldım herhalde… Belki de benim sabırsız bir davranışımda, acelece ileri atılmam anında çok defa anlatmıştır bu hikâyeyi bana. Tahmin edersiniz ki “akıllı ol” ifadesini de eklemiştir sonuna.
“KAP TOPLAMAK”, “DUT YETİREN”, “BALYOZ” hikâyelerinden sonra birden Belediye Başkanlığı zamanında çektiği çilelerin hikâyelerini yazmaya başladı Emmim. “Emmim” dedim değil mi? Zira o bana, ben de ona ‘emmi’ diye hitap ediyoruz. Hitaptan ziyade bu gerçekten bir kardeşlik, emmi-yeğen, yeğen-emmi hikâyesi ki izâha ciltler yetmez. Geçelim. Siyasete dair hikâyelerini önce bana mektup olarak yazmaya başladı. “Emmi bugün bir yol yapımına başladık…” diye devam ederek politikanın, seçmenin, partinin aslında bilinenin de fevkinde çürümüşlüğüne dair mektup hikâyeler yazdı. Çok iyi niyetlerle girdiği politikadan, politikacılardan o kadar tiksinmişti ki nihayetinde midesi bu tiksintiyi kaldırmadı ve ayrıldı.
Yol hikâyeleri “ÇATAL’IN YOLU” hikâyesiyle başlayıp, “ÇATAL YOLUNUN SONU” ile bitti. On kadar ilginç hikâye okuduk. ÇATAL’a yol yapımı macerasını, bu süreçte çektiği çileleri, yarı mizahî, yarı ciddî ama o ciddiyetin içinde bile nefis latifelerin hazzını tattıracak bir üslupla anlatmış.

Sonra “KARTAL AFŞİN YOLUNDA” hikâyesiyle belediyenin her gittiği yolda arıza veren külüstür makam arabasını ve KEKLİKCİ’ye neler çektirdiğini okuduk. Zaman zaman gülmüşsek de çoğu zaman kahrolduk, üzüldük çektiklerine. Bu seride o kadar ilginç hikâyeler okuduk ki samimi bir insanın politikaya atılınca neler yaşayabileceğini gerçekten acı bir şekilde tecrübe etmiş olduk. “KARTAL SANAYİ YOLUNDA” hikâyesiyle bitti bu seri; ama ne bitişti ne bitiş… Kahrolduk bir belediye başkanının içine düştüğü duruma.
Hasan KEKLİKCİ, yukarıda bahsettiğimiz hikâyelerden ziyade aslında Anadolu insanının hayatının görünmeyen, dikkat edilmeyen ince noktalarını işaret eden bir hikâyeci. Kendi insanımızın yaşayışı, ifadeleri, deyimleri, atasözleriyle doludur O’nun hikâyeleri. Unutulan geleneklerin ve Müslüman Türk insanının hayatını yaşayışıyla dini bir hüviyeti ayakta tutma çabasının ayrıntılarının hikâyecisi de diyebiliriz KEKLİKCİ için.
İş hayatı, politika derken emekliye ayrıldı. Anlaşılan çok hikâye malzemesi birikmiş olacak ki “HİKÂYE MALZEMESİ DÜKKÂNI” diye bir seri yazmaya başladı. Daha önce denenmemiş bir tarz belki de. Bu başlık altında hikâyeler... Daha doğrusu hikâye yazmak isteyip de hikâye malzemesi satın almaya gelenlere anlatılan hikâyeler… Sadece dükkânda satılan hikâye malzemesi değil; Hikâye Malzemesi Dükkânına gelenlerin hikâyeleri ve onların “Şu hikâyeyi yazmak istiyorum. Bu malzeme işe yarar mı?” diye anlattığı hikâyeler… “HİKÂYE MALZEMESİ DÜKKÂNI” ana başlığı altında ayrı ayrı hikâyeler... Sonunda ne olacak bilmiyoruz ama belki dükkânın akıbeti ile sonlanan, belki de hiç sonlanmadan devam eden bu zamana kadar hiç okumadığımız ve denenmemiş tarzda roman veya romanlar okuyabiliriz Hasan KEKLİKCİ’den.
Hasan KEKLİKCİ ile ilgili söyleyeceklerimiz bu kadar mı? Elbette değil. Her mevzûu ciltler doldurur benim açımdan. Hele bir de şifa olan aleyhlerden başlasam ciltler de yetmez. Ama bundan sonrasını “HİKÂYE MALZEMESİ DÜKKÂNI”ndan, yani www.yoldakikalemler.com’dan okuyabiliriz. “Emmimin kalemine, gönlüne bereket…” dileklerimiz ve dualarımızla sonlandıralım yazımızı.       


Yorumlar