8-Sözün Eşiğinde
(Kasım 2015)
Eşik,
bir şeyin arkaya, bir şeyin öne alındığı yer. Geride kalmış, geçilmiş, idrak ederek
ya da ifsâd ederek. Şuurunda ve fevkinde olarak ya da bilmeden. Her ne olursa bir
şeyin başlangıcına gelmek; açılmasını beklemek kapının. Sözün eşiği neresi? Söz
nedir?
“İslam
medeniyetinin bir dil medeniyeti olduğu sıkça söylenir. Doğrudur. Ki Kur’an-ı
Kerîm’den dolayı dili, hayatın anlamını temellendirmek için hermeneutik(yorum
bilgisi) referans noktası hâline getiren İslâm’dır.”
Eser, bu çağın karışık zihin ve bulanık
şuurunu ortaya koyup kavramlar üzerinden, geçmişe bugünden bakayım derken
düşülen anlam kargaşasını açığa çıkarmaktadır. Sözün eşiğine gelmiş hali
birçoğumuza mükellefiyetler yüklemektedir. Öyleyse söylenecek olanı gerçek
münevverânın birlikte söylemesi icab-ı haldir. İlimde, fikirde, edebiyatta,
felsefede, teknolojide, tıpta, matematik ve astronomide artık işin ehli sözü
söylemeli ve gereği için harekete geçilmelidir. Hamasetten, siyasetten,
ideolojik zırvalıklardan ve palavralardan kimseye fayda gelmediği ortadadır.
9-Nazari Ufuk
İslam-Türk
Felsefe-Bilim Tarihinin Zihin Penceresi
Nazar,
bir yönüyle bir mütalaanın bir bakış açısının adıdır. Bilgi ve maceranın
ışığında anlamlandırma çabasıdır. Belli bir bakış açısıyla kendi seyrine ayna
tutmaktır. Türk-İslam nazariyesi eşyaya manaya nazar eylerken kendi
müktesebatından bakarak medeniyete yön verirdi. Şimdilerde kadîm
müktesebatımıza hâkim münevverlerimiz pek az olduğundan İhsan Fazlıoğlu gibi
zâtların yükü pek ağırdır.
“Rivayet
edilir ki, ünlü seyyah Marco Polo, Kubilay Han’a bir köprüyü taşlarıyla
birlikte tarif edince, Han, bu kadar taş arasında hangi taşın köprüyü ayakta
tuttuğunu sorar. Polo, tek tek taşların değil, onların oluşturduğu birliğin,
bütünlüğün yani kemerin köprüyü ayakta tuttuğunu söyleyince Han: ‘Öyleyse niye
sabahtan beri taşlardan bahsediyorsun! Önemli olan kemerse onu anlat.’ diye
çıkışır. Polo’nun yanıtı ise açıktır. ‘Ama taşlar olmadan kemer de olmaz.”
“Süleymaniye
Külliyesi’ni inşa için Kanûnî Sultan Süleyman ve Mîmar Sinan kadar, nazarî
hikmetin varlığı da şarttır. Osmanlı yalnızca bir gönül medeniyetiydi; hesaba
değil anlamaya dayalı bir bakış açısı vardı gibi vecîzevî cümlelerle
geçiştirilen bu gerçek, kafası olmayan bir beden tasavvurundan başka bir şey
değildir. Aklı ketleyen bu tür aforizmalar yalnızca cehaletin ürünüdür.
Unutulmamalıdır ki tarih, yalnızca geleceğe ilişkin projesi bulunan milletler
için anlamlıdır. Tersi durumda ya bir yük ya da bir nostaljidir.”
Eser,
geçmişimizdeki ilim adamlarından ve çalışmalarından bahsetme yönüyle oldukça
zengindir. Ahmed-i Dâi, Nasiruddin Tûsî, İskender Çelebi Efendi, Konyalı Mehmed
b. Katib Sînân, Muslihuddîn Mustafa b. Ali… gibi birçok bilginden ve
çalışmalarından bahseder. Nazar kavramını dört ayak üzerine inşa
eden eser, nazarî bir üslubun yanında okura nazarî ufuklarda kazandırır.
Son söz
İhsan Fazlıoğlu,
gerçek bir ilim adamı, gerçek bir bilgin ve gerçek bir münevverdir.
Çalışmalarından ve gayretinden ötürü kendisine minnet ve şükranlarımı sunarım. İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin
günümüzde böyle bir nazariyeye ihtiyacı vardı. Çalışmalarının daim olmasını
dilerim.
Yorumlar
Yorum Gönder