İnsanların ayrıntılara boğulmadığı günlerden kalma güzel bir cümle vardır: “Göz gördü, gönül sevdi.” Bugün, gönlün sevmesi için gözün görmüş olması yalnız başına yetmiyor, biliyorsunuz! Gönlü memnun edecek başka başka özelliklere de ihtiyaç var. Mesela, burçlar uyuşuyor mu? Özel ilgiler birbirini tutuyor mu? Hangi müzikten hoşlanıyor gibi... Bu ilgi alanını biraz daha genişletebiliriz hatta. Çünkü pek çok insan, modern bir aşiretin mensubu haline gelmiş durumda. Koç Burcuna ait olanlar, Genç Fenerbahçeliler, Feministler, Yazarlar, Otobüs şoförleri, Vosvoscular, Sevgi Bahçesi üyeleri... Hepsine saygım var. Gel ki, bu cümleyi söylerken içim cız etmiyor da değil. Saygım var dediğim anda, içimde feministlere karşı küçük bir isyan bayrağının dalgalandığını bilmenizi isterim. Ve bilmenizi isterim ki, bütün bu girizgâhı, onları anlatmak için yaptım. Onları, yani benim de şerefli bir mensubu olduğum “Uzun Samsun İçenler Aşireti"ni.
Benim için bu ülkenin en garip, en yalnız, en içli
aşiretini Uzun Samsun içenler oluştururlar. Aralarında bir kan bağı, kâğıda
dökülmüş bir yasa, ortak bir mekân ya da coğrafi aidiyet olmasa da onlar, bütün
hayatlarının kendilerini birbirine tutuşturduğu tuhaf bir ruh akrabalığının
mensubudurlar. Her nerede yaşarlarsa yaşasınlar tavırları, edaları, tarzları
acayip bir biçimde benzerlikler gösterir. Tütünün, çubuktan, tabakadan,
gelincikten, harmandan savrula savrula gelip yerleştiği en güvenilir dudak, bu
sağlam delikanlılara aittir. Nikotin hiçbir yerde onların içlerinde olduğu
kadar huzura kavuşmamıştır. Dumanı en iyi onlar üfürmüş, parmaklarını en çok
onlar sarartmışlardır. Cepleri az buçuk para görünce hemencecik marka
değiştiren zıpçıktıların, tiryakiliğin kanununu lekeleyen tıyneti onlarda
zerrece yer etmemiştir. Uzun Samsun İçenler için hayatta karşılaşılabilecek
birkaç büyük ihanetten birisi, tiryaki yoldaşlarından birinin, içtiği sigaranın
markasını değiştirmesidir. Samsun, Kurtuluş Savaşı' da ne kadar önemli bir yer
tutuyorsa, Uzun Samsun da onların hayatında neredeyse o ölçüde yer tutar. Hatta
bu sebepten, aralarında işi milli bir mesele haline getirenler bile çıkmıştır.
Yerli malı kullanmaktan asla şaşmayan bu naif ahaliyi, yabancı sermayeye karşı
verdikleri alkışlanası mücadelede yalnız bırakanlar, onların nokta-i nazarında
elbette hain olmayı bir miktar hak etmişlerdir.
Uzun Samsun tiryakilerini kalın bıyıklı, hırçın, pas
paye, vurdumduymaz ve izbe insanlar olarak görenler; sosyal tarihimizi
anlayabilecek en mühim numuneleri saf dışı bıraktıklarının farkında bile
değiller. Şöyle ki; onlar:
Anneleri, atletlerinin dikiş yerlerindeki bitleri kırdığı
günden beri hep bir yerleri kaşınmış, sırf bu kaşıntı yüzünden başlarına
olmadık belalar almışlardır. Babalarına ait hatırlayabildikleri en berrak anı
suratlarına indirilmiş kallavi bir tokattır. Bu yüzden ömürleri boyunca
yanaklarında hep bir yanma hissetmiş, ona bir gülün dalı dokunup serinletsin
diye yanıp tutuşmuşlardır.
İlk mektepte kara önlükleri her gün olmadık yerinden
yırtılmış, evde işittikleri onca azara rağmen, ertesi gün sokaklarda arzı endam
etmeye devam etmişlerdir.
Orta mektepte okudukları sınıfların en arka sıralarını
yurt bellemiş, olası bir işgale karşı savunmanın her çeşidine başvurmuşlardır.
Arkadaşlarının ağzı süt kokarken, aşklarını sıraların üzerine yazmayı daha bu
dönemlerde öğrenmiş, yine mahallelerinin namağlup çetelerinin temelini bu
dönemlerde atmışlardır.
Liseyi, sınıftan çok kıraathanelerde, okulun arka
bahçesinde ya da akla hayale gelmeyen bahanelerde okumuş, bütün ev ödevlerini
kızlar üzerine yapmış, ancak her ne hikmetse sınıfta "çakmaktan"
paçayı kurtaramamışlardır. Üç yıllık eğitimi, sürekli çift dikiş atmaları
yüzünden dört, beş, bazen altı yılda tamamlayabilmişlerdir.
Üniversite sınavlarına onlar kadar özgüveni yüksek, onlar kadar ben her şeyi bilirim edasıyla giren olmamış, gelin görün ki sonuçlar açıklandığında numaralarını hatırlamakta onlar kadar güçlük çeken başka bir gençlik kabilesi de çıkmamıştır. Tarihin garip bir cilvesi olsa gerek, aralarında yüksek mektebi kazananlar çıkmışsa da gittikleri şehirde hemen bir ideolojiye saplanmış, geceleri duvarlara yazılar döşenmiş ve dava uğruna kaba etlerinde morartılmadık yer bırakmamışlardır.
Hemen hepsi sevdikleri kızı alamamış, bu derin yarayı tedavi etsin diye yeni aşklara saplanmış, ama yaralarını azdırmaktan başka bir başarı da elde edememişlerdir. Nihayetinde bir şekilde evlenmişler, karılarının asık suratına, çocuklarının ağlayışlarına bir duman darbesiyle karşılık vermişlerdir. Hatunlarına kızıp darıldıkları olsa da, bazı geceler tuhaf bir şekilde içlilikleri tutmuş, onların dizlerine başlarına koyup hüngür hüngür ağlamışlardır. Bu ulaşılamaz yalnızlıklarını karıları bile anlamamış, çoğu kere anlamak istememişlerdir. Çocukları ise, babalarının hıçkırıklarını bütün ömürlerince hafızalarında saklamışlardır. Yaşları ilerledikçe çelebileşmişler, gençlere hayatın anlamı ve gelecek üzerine hikmetli sözlerle dolu nasihatlerde bulunmayı ihmal etmemişlerdir. Fakat afacan çocuklara, isyankâr delikanlılara ve eğri yola düşenlere de bir şekilde kol kanat germiş, itiraf etmeseler de onları kabilelerinin doğal üyeleri telakki etmişler,
ezbere bildikleri bu hayatlara karşı bıyık altından gülümseyerek kendi
hikâyelerine dalmışlardır. Olmadık bir anda sinirlenerek tuttukları takımı ya da partiyi terk etmiş, ancak ölünceye kadar babalarına ve annelerine saygıda kusur göstermemişlerdir. Ve yine ölünceye kadar, tiryakinin son sigarasının içilmeyeceği yasasını bir kereliğine bile ihlal etmemişlerdir. Şimdiye kadar, hakikaten kırılgan, efendi ve alabildiğine yerli bu aşireti görmezlikten gelen yurtsuz sosyologlar, bundan sonra da kutsal bilimlerinin kıyısına onları yaklaştırmayacaklar, ama ciğeri sağlam "Uzun Samsun İçenler Aşireti" bütün bir hayatımızın yasını attıkları o kocaman içleriyle, içimizde yaşamaya devam edeceklerdir; bundan hiç şüpheniz olmasın. Ne kapalı mekanlarda asılı duran "sigara içilmez" uyarısı, ne karılarının dırdırları, ne de nefesleriyle körebe oynayan ölüm onları durduramayacak. "Uzun Samsun İçenler Aşireti"nin başına gelebilecek en büyük facia, Samsun Sigara Fabrikası'nın bir greve ya da yabancı sermayenin istilasına kurban gitmesidir. Ki bu da, yeni bir Kurtuluş Savaşı demektir onların nazarında...
TİMAŞ/ALİ AYÇİL/CEVİZ SANDIKLARI VE PARA KASALARI/2007
Yorumlar
Yorum Gönder