Osmanlı
Devleti’nin uzun tarihinde, devlet ve toplum hayatının aksayan yönlerini tamir
anlamında yenilenme/ıslahat hareketlerinin Kanunî, hatta Yavuz dönemine kadar
giden bir geçmişi vardır. O tarihlerden Islahat ve Tanzimat fermanlarına, hatta
yıkılış dönemine kadar geçen yüzyıllar içinde, “ehl-i vukuf” kimselerce
aksaklıkların tespitini ve ortadan kaldırılma yöntemlerini konu alan pek çok
lâyiha kaleme alınmıştır.
Bu
lâyihalar aynı zamanda yazıldıkları dönemlerin sosyal, siyasal, ekonomik ve
dinî yaşantısına da ayna tutar niteliktedir.
16.
yüzyıldan itibaren bu lâyihalar “ıslahat risalesi” adıyla daha geniş kapsamlı
ve yaygın bir şekilde kaleme alınmaya başlamıştır. Lütfi Paşa’nın “Âsafnâme”si,
Nahifî’nin “Nasihatu’l-Vüzerâ”sı, Sarı Mehmed Paşa’nın “Nesâyihu’l-Vüzerâ
ve’l-Ümerâ”sı, Sarı Abdullah Efendi’nin “Nasîhatu’l-Mulûk Tergîben li
Hüsni’s-Sülûk”u, Gelibolululu Mustafa Âlî’nin “Nushatu’s-Selâtîn” ve
“Mevâidu’n-Nefâis fî Kavâidi’l-Mecâlis”i, Koçi Bey’in ünlü “Risâle”si, Hasan
Kâfi Akhisarî’nin “Usûlü’l-Hikem fî Nizâmi’l-Âlem”i, Kâtip Çelebi’nin “Mîzanu’l-Hak
fî İhtiyâri’l-Ehak” ve “Düstûru’l-Amel li Islâhi’l-Halel”i bunlara örnek olarak
zikredilebilir.
Bütün
bu risalelerde, devlet ve toplum hayatında tespit edilen olumsuzlukların
ortadan kaldırılması için alınması önerilen tedbirler arasında, “manevi tedbirler”
diyebileceğimiz bir dizi hususa da mutlaka değinilmiştir.
Bugün
de ülkemizin her alanda yaşamakta olduğu krizin doğurduğu zor şartlar,
insanımızı maddî ve manevî plânda bunalımdan bunalıma savuruyor. Çözüm için
kafa yoranlar, meselenin sadece ekonomik/maddî yanını dikkate alarak kurtuluş
yolları arıyor.
Oysa
tarihe şöyle samimi bir nazarla dönüp baksak, Amerika’yı yeniden keşfe çıkma
lüksümüzün olmadığı şu günlerde belki önemli ipuçları yakalayacağız. Zira
atalarımızın böyle sıkıntılı dönemlerde başvurduğu çareler bizim için de ufuk
açıcı, çözüm sağlayıcı unsurlar taşıyor.
Zira
bu gibi dönemlerde, maddî/ ekonomik tedbirler mutlaka çok önemli, ancak tek
kanatla uçulamayacağı gibi, manevî boyut da bir o kadar önemli.
Bu
meyanda, Osmanlı’nın yaşadığı sıkıntıların giderilmesi için önerilen çözüm
yolları meyanında Ömer Fâik’in kaleme aldığı “Nizâmu’l-Atîk” adlı risalede bu
hususun nasıl çarpıcı tespitlerle dile getirildiğini birlikte görelim:
Ömer
Fâik, risalesinin “manevi tedbirler” kısmına, “Devlet-i Aliyye’nin Devlet-i
Muhammediyye” ve “III. Selim’in de Emîru’l-Mü’minîn” olduğunu söyleyerek
başlar. Daha sonra, bu babda riayet edilmesi gerektiğini söylediği hususları
şöyle dile getirir:
“İlm-i
din’e rağbet, ıslah-ı aleme sebep olacağından camilerde fıkh-ı şerif
okutturulması ve ahalinin dinî yönden aydınlatılması...”
(Dini
öğreten ilme rağbet göstermek, alemin ıslahına sebep olacağından, camilerde
mübarek Fıkıh ilminin okutulması ve halkın dinî yönden aydınlatılması...)
“Başta
İstanbul olmak üzere Rumeli ve Anadolu’da ve Irak ve Suriye vilayetlerinde
meşayih tarikinden ve kûşe-i ihtifa olan dervişândan, müessiru’l-enfâs
olanların tespitiyle bunların istimdad-ı taleb-i dualarının temin edilmesi...”
(Başta
İstanbul olmak üzere Rumeli’de, Anadolu’da, Irak ve Suriye vilayetlerinde
tasavvuf şeyhlerinden ve uzlete çekilmiş olan dervişlerden duası tesirli ve
müstecab olanların tesbiti ve bu gibi kimselerin dua ile Cenab-ı Hakk’tan
yardım istemelerinin sağlanması...)
“Ricâl
ve kibâr konaklarında bulunan imamlara, hanenin sair müstahdemi gibi muamele
edilmemesi lazım geldiği ve imama ta’zim u hürmet, zatına değil, hâmil olduğu
Kur’an-ı Azimüşşân sebebinden olduğu...”
(Toplumun
ileri gelenlerinin konaklarında görev yapan imamlara, buraların hizmetini gören
diğer görevliler gibi muamele edilmemesi gerektiği, imama zatı sebebiyle değil
ezberinde taşıdığı Kur’an-ı Azimüşşan sebebiyle hürmet gösterilmesi icab
ettiği...)
“Fakirlere,
düşkün ihtiyarlara ve muhtaç yetimlere gizlice yardım yapılması, borç sebebiyle
hapishanelere düşmüş bulunanların borçlarının ödenerek azad edilmeleri ve
böylece hayır dualarının alınmasına çalışılması...”
“Ulema-i
zahiriyye ve talebe-i ilmin korunması, sayılarının artırılmasına çalışılması ve
ilim tahsilinin teşvik edilmesi...”
(Zahirî
ilimlerde söz sahibi olan alimlerin ve ilim öğrenen talebelerin korunması,
sayılarının artırılmasına çalışılması ve ilim öğrenilmesinin teşvik
edilmesi...)
Ömer
Fâik’in risalesinden kısaltarak aldığımız yukarıdaki pasajlar, Müslümanın
hayatı okuma biçimini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.
“Islahat
risaleleri”nde manevi boyut cümlesinden olarak adalet tevzii, rüşvet ve iltimas
türü toplumsal rahatsızlıkların ortadan kaldırılması... gibi hususların,
“manevi tedbirler” meyanında değil de, “maddi tedbirler” meyanında zikredilmiş
olduğuna dikkat edilmelidir.
Burada
sözkonusu olan, İslam’ı dünyevîleşmiş bilinç yapısı ve düşünme biçimi ile
algalama hastalığına tutulmuş bulunanların hiçbir zaman anlayamayacağı bir
boyuttur.
Burada
hayatın, bu zevatın anlayışından çok farklı bir “dengeler sistemi” üzerinde
kurulu bulunduğunun idraki vardır. Hayatından “yağmur duası” olgusunu kovmuş
bulunan bir anlayışın, yağmur duasına çıkılırken niçin özellikle yaşlıların,
çocukların ve hayvanların da götürülmesine dikkat edildiğinin, niçin eski
elbiselerin giyilmesinin tavsiye edildiğinin ve duayı yapanın niçin cübbesinin
içini dışına giydiğinin idrakine ermesini beklemek beyhudedir...
Semerkand
Dergisi, Yıl:3 Sayı:34, Ekim 2001
Yorumlar
Yorum Gönder