Ana içeriğe atla

VEY IRMAĞI - DİLAVER CEBECİ

Yeryüzünde ırmaklar çoktur. Kimi ağır, yorgun, sessiz akar, kimi başı dumanlı dağların arasından çağlayıp gider, kimi Fuzûli'nin dediği gibi “Başını taştan taşa vurup gezer.” Ama Vey onlara benzemez. Ben Vey ırmağını görmedim. Görmedim ama bilirim ki Vey'in bütün ırmaklardan başka bir yanı vardır. Vey, Tuna'ya bile benzemez. Kızılırmak mı diyorsunuz? Çok dertleşmişimdir onunla. Onun kıyılarında yılgınlar* olur. Geceleri onun kıyılarında Hitit savaş arabalarının tekerlek seslerini duyarsınız. Bir köprü başında "Allı gelin”in türküsünü duyarsınız. Aras mı dediniz? Fırat mı, Dicle mi dediniz? Günlük hayatımızın her anında, bizimle yan yana, bizimle iç içe, bizimle kan kardeştir onlar. 

Ben Vey ırmağını hiç bilmem, hiç görmedim. O, bin üç yüz yılın küskünlüğü ve garipliği ile erimez demir dağların ardından, bir deli cengâverin yenilmişliği ile sadece haritalarda görebildiğim bir yöne gider. Düşlerimde görürüm ki ne zaman bir yağmur yağsa bütün köprüleri yıkar. Yıkar da bir Allah'ın kulu geçemez. 

Vey ırmağı güneşe de küskündür. Bir sarışın sabah güneşi, ona sebil olan asil kanların nasıl pıhtılaştığını, nasıl yatağına karışıp onu kızıla boyadığını göstermiştir. Güneşten gayrı tanığı olmayan bir yenilgisi vardır Vey'in. Bin üç yüz yıl önce kör bir geceydi. Göğün ebedi kandilleri yıldızlar bile görmedi. Kimseler duymadı... Nispetsiz bir cengin gâlipleri ile yenikleri bilirler sadece.

Vey isterdi ki nerde küheylâna binmiş bir yalın kılıç yiğit varsa gelsin köprülerinden geçsin, suyundan içsin. Hürriyete doğru uzanan yollara geçit versin. Vey isterdi ki yiğitler doğuran analar ağlamasın. Yavru kurtlar öksüz büyümesin. Gel gör ki o yağmur yok mu? O uzun, kevgire dönmüş göğün bitmek bilmeyen suyu...

Onun da kıyılarında yılgınlar olur mu acaba? Söğütler eğilip alnından öperler mi? Hâlâ kan renginde mi akar? Bilmiyorum. Ben Vey'i hiç görmedim. 

Vey sadece yaşamanın savaş olduğunu bilir. Hele, erce yaşamanın en büyük savaş olduğunu... Şöyle bir yol bulabilse Anadolu'ya doğru, Tanrı'nın önüne durulmaz buyruğu olmasa dağlardan, ovalardan, vadilerden, kavruk çöllerden geçip gelecek. Gelecek de tembel hafızalarımıza kin gibi akacak, nur gibi akacak ve "uyanın!" diyecek. O yağmurlu, acılı, kanlı geceden bahsedecek. Mayamızın toprağından kokular getirecek, bin üç yüz yıldır sinesinde sakladığı, taze ve sıcak kanları damarlarımıza dökecek. Vey, damarlarımızda akacak. 

Ben bir ulağım, pusatsız, atsız, yalın ayak fakat yorulmayan bir ulak. Düşlerimde haberler işitirim. Sonra onları yavru kurtlara anlatırım. Yeni düşler öğütlerim. 

Vey'e giden yolları bilir misiniz? Yaban otların boy attığı bizim öz yollarımızı bilir misiniz? Kervansaray yıkıntılarını, Vey'e giden yolları tutmuş muhkem kal'aları bilir misiniz? Geçebilir misiniz?

Öyle ise size Vey'den selâm getirdim. Orası çaresizliğin, tatlı ölümün, küheylân atların kıyısıdır. Ücler, Yediler, Kırklar hep oraya uçup giderler. Orası erenlerin kıyısıdır. 

Şimdi Vey, bin üç yüz yıllık bir hatırayı yaşıyor. Simdi orada delice bir yağmur yağıyor. Yıldızsız, aysız bir gecedir. Kırk yiğidin cenk naralarından, kılıç şakırtılarından, at kişnemelerinden, gök gürültülerinden özge ses yoktur orada. Vey her sabah, güne kanlı gözlerle uyanır. Uyanır da hürriyet türküleri söyleyen yağız ozanların yanık kopuz seslerini dinler.

Ben Vey'i hiç görmedim. Hiç bilmem. Onu düşlerimde duyarım sadece. Ben garip, yayan yapıldak bir ulağım. 

Vey'in ve kırkların size selâmları var yavru kurtlarım. 

*yılgın: ırmak kıyılarında yetişen bir çeşit bitki.
Mavi Türkü, Ocak Yayınları, 1983, sayfa 7

Yorumlar