Ana içeriğe atla

ERİC HOFFER VE "DEĞİŞİM SANCISI" ÜZERİNE - ÖMER FARUK BOLAT


Eric Hoffer, Alman asıllı Amerikalı bir yazar. Aynı zamanda hayatını işçilik yaparak sürdürmüş. Kitaplarında derin konulara farklı bakış açılarıyla yaklaşan, keskin bir gözlem yeteneğine sahip sivri zekalı bir adamın düşünceleri hâkim. Yazar ne fanatik ne de elitist. Her şeyden biraz var yazarda. Okunmaya değer birçok kitabı var. Bunların bizim açımızdan önemli olanlarından bir tanesi de Değişim Sancısı. Bu kitaptaki bölümlere baktığımızda genelde Komünizm karşıtlığı görülüyor doğal olarak. Komünizm ve bunun Asya'ya etkileri ve Asya'nın değişimi, ana temalardan birisi. Bu yazıda da kitabın kısa ama etkili ilk iki bölümünü işlemeyi planlıyorum. Kitabın bir bütün olarak ele alınması oldukça zor, çünkü kitap genel bir temadan çok kısa kısa bölümlerle birçok sorunun ele alındığı bir deneme kitabı niteliğinde. Bu yüzden amacımız bizimle alakalı olan önemli bölümlerin eleştirisini yapıp önemli sonuçlar çıkarmaktır. Bunu ne kadar başarabileceğimiz ise artık başkalarının takdirindedir.

1.Bölüm - Köklü Değişim
Hoffer, kitabın ilk bölümünde değişimi ve bunun bireyler üzerindeki etkilerini kısaca anlatmıştır. Baktığımızda ilk cümlede de zaten aslında bölümün ne anlatmak istediğini hemen kavrarız. Hoffer, ilk önce yeniyi kimsenin sevmediğini söyler. Yazar burada haklıdır evet, yeniyi kimse sevmez; ancak bütün bu köklü değişimlerin ve devrimlerin insanlardaki etkileri farklı farklı olmuştur. Yeni olanı, insanlar her zaman ilk başta hoş karşılamaz. Ancak bazı durumlarda bu yeni olana alışmak ve onunla fatih bir topluma veya bireye dönüşmek daha kolaydır. Bunun için aşırı özgüven gerektir. Hoffer bunu şöyle açıklıyor: "Dediğim gibi köklü değişimlere maruz kalan halk, uyumsuz kişilerle doludur. Bu halk dengesizdir, her an patlayacak gibi durur, harekete açtır. Hareket, özgüven kazanmanın ve değerli olduğunu göstermenin en bariz yoludur, aynı zamanda dengenin kaybına verilebilecek bir tepkidir. Bir kimsenin dengesini yeniden sağlayabilmek için kollarını açmasına benzer. Yani köklü değişimler insanın enerjisini ortaya çıkaran vasıtalardan biridir. Ancak insanları etkin hareket adamlarına çevirmek için belirli koşullar lazımdır: Halkta fırsat bolluğu, kendine yetebilme alışkanlığının olması şarttır. Bu koşullar sağlandığında köklü değişimlerden geçen bir halk hareket dolu olacaktır."
Yazar tamamen haklı, etkin kişilerin ve dolayısıyla fetihten fethe koşan bir toplumun oluşması için bireylerin fırsat bolluğuyla boğulması ve kendine yetebilme alışkanlığının bulunması gerekir. Batı toplumu, Amerika'nın keşfiyle ihtiyacı olan o hareket alanını ve fırsat bolluğunu elde etmişti. Baktığımızda zaten Amerika'ya gidenlerin ve orada bir medeniyet kurma peşinde olanların statükocu ensesi kalınlardan çok, eski kıtada hayatını sefillikle geçiren, it kopuk ve serseri kesimden oluştuğunu görebiliriz. Bu insanların yaptıkları katliamların sebebi de biraz bundan kaynaklanıyordu.
Doğu ise o hareket alanına sahip değildi. Zaten tüm alanlar paylaşılmış, sistemler oturmuş ve toplum tabakaları keskin bir şekilde birbirinden ayrılmıştı. Okumuşla askerin, politikacıyla çiftçinin yerleri belli ve hareket alanları sınırlıydı. Zaten her yeri fethettiğini düşünen bir askerin, her şeyi bulduğunu ve açıkladığını düşünen bir alimin, her türlü nimeti yetiştirdiğini düşünen bir çiftçinin yeni şeyleri keşfetmesi beklenemez. Bunlar rahatlarını bozmak istemez, çeşitli nedenlerle düzen değiştiğinde ise eskinin rahat kollarında ölmeyi yeniye kucak açmaya yeğlerler.
Hoffer, işte tam bu noktada harika bir tespitle hareket olanağının az olduğu durumlarda nasıl tepkiler geleceğini bizlere şöyle anlatıyor: "İnsanlar köklü değişimlere maruz kalıp da çok az hareket olanağı bulurlarsa; yahut özgüvenlerini ve özsaygılarını bireysel çabalarıyla besleyecek bir imkan bulamazlarsa ya da böyle fırsatlara ulaşmaları engellenirse durum değişir. O zaman özgüven, özsaygı ve değer için duydukları açlığı bunların yerine ikame edecek şey inançtır, özsaygıyı haysiyet hissi; bireysel dengenin yerine ikame edilen şey ise bir toplulukta başkalarıyla kaynaşmaktır."

İşte bu duruma düşen Doğu'nun şu anki halinin kısaca bir açıklaması. Doğu kendi toplumsal kurumlarından koparılınca boşluğa düşüyor, kendini açık bir arazide yalnız ve çıplak buluyor. O özgüven ve değerlilik hissi yazarın da dediği gibi ikame ediliyor. Sonunda ortaya çıkan şey, haysiyetli ama özsaygısı olmayan, elinde var olan kurumlara sıkı sıkıya sarılmış, ihtiraslı ve sabırsız bir toplumdur. Bu toplum uyumsuz olur, etrafına saldırmaya başlar. Bu da devrimin habercisidir bir nevi. Yazar da bunu anlatıyor bu bölümde zaten. Ancak burada Doğu'nun devrimleriyle Batı'nın devrimleri arasındaki ayrımı fark etmek gerek. Sonuçta bireylerin değişimlere verdiği tepkiler, devrime de yansıyor. Özgüven ve özsaygı eksikliğine sahip Doğu, Batı' dan farklı olarak devrimler, yenilikler ve o herkesin özlemini duyduğu güzel günlerden çok acı ve gözyaşı getiriyor. Aklımıza gelen ilk soru şu: O zaman bu bir döngü doğurur. Peki bu döngüye göre Doğu hiçbir zaman ayağa kalkamayacak mı? Bu sorunun cevabı elbette ki ‘hayır’ olacaktır. Bu soruna binlerce çözüm önerisi getirilebilir. Herkesin dünya görüşüne göre farklı çözümler öne sürülebilir. Buradan çıkacak temel sonuç, bu çözümlerin doğruluğu ya da yanlışlığı değil, sadece birinin sistemli bir şekilde sarsılmaz bir inanç ve güvenle uygulanması gerekliliğidir.

2.Bölüm- Asya'nın uyanışı
Yazar Asya'daki uyanışı temelde ne komünizme ne Batı sömürgeciliğine ne de mevcut kötü yönetimlere bağlamaktadır. Hoffer, Asya'nın uyanışını haysiyet özlemine bağlamaktadır. Yazar bu konuda: "Çin'de, Hindistan'da, Endonezya'da ve bunun gibi yerlerde yaşayan, kötü beslenen, kötü giyinen ve kötü evlerde oturan kitlelerin aşırı derecede arzu ettikleri bu şey nedir? İktisadi kuramların bu soruya verdiği cevap can sıkıcıdır ve ikna edici değildir. İnsanın aklına haykırışlar ve yürüyüşler; yukarıya bakan, gazete ve fotoğraflarda gördüğü her biri ihtiras dolu, ağzı açık ve ekşimiş suratlar geliverir. Bu suratların ne yaşadığını ve bu açık ağızların ne haykırdığını merak eder insan. Ekmek mi, giysi mi, barınak mıdır haykırışlarının sebebi? Yakarışları hayattaki iyi şeyler için midir? Adalet ve özgürlük mü isterler? Hayır. Doğu'da yükselen feryat aslında haysiyet feryadıdır. Asya'daki halk, iktisadi varlıklarını hatta hayatlarını bile haysiyet arzuları için külliyen feda etmeye hazırdır. O açık ağızlar iktisadi talep ve şikâyet değil, isyan naraları atıyor." diyor. Peki zaten asırlarca baskı altında ezilen bu topluluk neden şimdi isyan ediyor? Çünkü yazara göre Batı etkisi gittiği her yere mukadder bir değişim götürür. Bunun Asya'ya dair sonucunu, yazar şöyle açıklıyor: "Aklımdan geçen değişimin kendine has bir fıtratı vardır: Toplumsal yapının zayıflaması ve çatlamasıyla gerçekleşmiştir."
Devamında yazar Asya'daki bu toplumsal değişimin sonucu olarak bireyin bağlı olduğu birimin etkisizleştiğinden bahsetmiştir. Kurumların Batı'nın sunduğu bireysel özgürlük ve kendini geliştirme arzusunun etkisiyle birer birer çökmesi sonucu, Doğulular yalnızlık ve acziyet içerisinde kalmışlardır. Yazara göre Asya'daki uyanış, işte böyle terkedilip aciz kalındığında yaşanan şokun ürünüdür.
Yazar bu yalnızlığın ve acziyetin sonucu olarak bireyin özgüveni ve özsaygısını elde etmesinin imkânsız olduğu durumlarda, yeni ortaya çıkan bireyin tekrardan kendini güvende ve değerli hissedebilmek için kesin doğru olan bir şeyler aramaya, kendini bir liderle yahut ulus, cemaat, parti, kitle hareketleri gibi toplu gösterilerle özdeşleştirmeye başlayacağını vurgulamaktadır. Bu durum da çalkantıların ve karışıklıkların temelini oluşturur.
Yazara göre Asya'daki birey, toplumsal yaşamın değişiminde Batı'daki gibi imkanlara sahip değildi. Hoffer bu durumu şöyle anlatıyor: "Asya'daki birey, yüzyılların döküntü ve enkazının içinde uyandı. Etrafı akla hayale gelmeyecek fırsatlar ve nefes kesen ihtimallerle çevrilmemişti; bu birey, kendini durgun, takat kesen ve sığ bir hayata gömülmüş olarak buldu. Öyle bir dünya ki bu, insan hayatı en ucuz ve bol bulunan şeydir; milyonlarca aç insan küçücük bir lokmanın ve en adi ödüllerin peşindedir. Dahası, bu dünya cahildir; azıcık eğitimli bir kişi sıradan işçilerden yukarıda mevkilere geçmektedir. İfade yeteneği olan azınlık, bu yüzden dünya işlerini yapmamakta, kendini işe yarar ve değerli hissetmemektedir; bu kişiler gevezelik yaparak ve aydın gibi davranarak yaşamaya mahkûm edilmiş gibidirler "

Yazar bu tespiti yaptıktan sonra adeta Asya'nın yaşadığı sorunların en temellerinden birisini de saptamıştır: "Asya' da bugünlerde fanatik ve aşırı uçlarda sayılan kişiler genellikle bedensel işten korkan, eğitimli kişilerdir ve kendisine yalnızca emir veren toplumsal düzene nefret duymaya başlamıştır. Her öğrenci, her küçük memur, aslında ufak tefek işlerin ucundan tutan her meslek erbabı, kendini adeta seçilmiş saymaktadır. Bu konuşkan, boş insanlar, Asya'nın gidişatını belirler. Böyle faydasız ve manasız yaşamlar sürdürdüklerinden, ne özgüvenleri ne de özsaygıları vardır; ama ağırlıkları varmış da itibarlı yaşamlar sürüyorlarmış gibi bir resim çizebilmek ve haysiyet ile inancı ikame edecek o patlayıcı şeyleri elde edebilmek için deli gibi çabalamaktadırlar." Yazar burada haklıdır haklı olmasına ama bu insanların varoluşunun ana kaynağı nedir? Asya insanının doğal fıtratı mı? Ortaçağ Avrupası’ndaki soylular da böyle değil miydi? Yoksa yazar, bu soruya cevabı dolaylı yoldan vermiş olmuyor mu? Batı sömürgeciliği rahmetli Oktay Sinanoğlu'nun da bahsettiği gibi kendisine böyle bir sahte aydın sınıfı yetiştirerek coğrafyadaki hedeflerine ulaşmada bunları içerideki öncüleri ve savunucuları haline getirmedi mi? Bu softa sınıfın Batı düşmanlığı ancak aldatıcı ve lafta değil midir? Batı, Doğu'ya sömürülmesi gereken embesil bir tayfa değil de bakılıp büyütülmesi ve zorlu şartlara karşı dik durabilecek erişkinliğe ulaştırılması gereken bir küçük kardeş gibi mi bakmaktadır? Sanırım bu son soruya, bu kitabın yazıldığı tarihten yaklaşık bir 40 yıl sonraya tekabül eden Irak'ın işgalinde katledilen Müslümanlar cevap vereceklerdir.
Hoffer, bölümün devamında şu görüşlerine yer vermektedir: "Asya'da uyanış, gücün artmasından kaynaklanmamıştır, bu hakikat çok mühimdir. Zayıflığın getirdiği acı his, bu uyanışa sebeptir. Uyanan Asya halkının haleti ruhiyesini anlamak istiyorsak zayıf insanların zihniyetini ve nelere kadir olduklarını bilmemiz şarttır." Devamında Hoffer bu zayıf kişileri kazanmak için gereken reçeteyi de kendince yazmaktadır: "...Zayıf kişileri kendi ümitlerimizi, gururumuzu veya belki de nefretimizi paylaşmakla kazanamayız. Bariz bir şekilde onların bulunduğu yerin çok ötesindeyiz biz, bizimle özdeşleşmelerine yardımcı olabilecek tarihsel deneyimlerimiz de çok farklı. Bizden gelebilecek tek şifa, zayıflara kendi kendilerine yardım etme becerilerini kazandırmaktır. Onlara teknik, toplumsal ve siyasi beceriler aşılamanın yolunu öğrenmeliyiz. Böylece kendi ekmeklerini, saygınlıklarını, özgürlüklerini ve güçlerini kendi çabalarıyla kazanacaklardır." Ehehe! Böyle reçeteye gülerim ben!
Asya acaba gerçekten de Batı'nın himayesine mi muhtaçtır? Tıpkı Eric Hoffer'in yukarıda sınırlarını çizdiği gibi. Yoksa Batı, Doğu'nun her açıdan bitmek tükenmek bilmeyen bir verimliliğe sahip bereketli topraklarına mı ihtiyaç duymaktadır? İkinci sorunun cevabını da bize 15.yy'dan günümüze kadar süregelen saldırılar ve müdahaleler vermektedir.
Sonuç olarak Eric Hoffer'in tespitleri doğrudur doğru olmasına, ancak vardığı sonuçlar tek taraflı bir düşüncenin ürünüdür. Doğu, Batı'dan himaye değil, varılan noktada ancak gölge etmemesini istemektedir. Bugün var olan şartlara ve durumlara baktığımızda Doğu, her türlü imkana sahiptir ya da sahip olma yolunda ilerlemektedir. Batı dünyası artık eski görkeminden çokça uzaktır. Batı'nın elinden Uzakdoğu kayıp gitmiştir. Artık Uzakdoğu toplumları Batı'nın karşısına dikilecek, hatta onu alt edecek düzeye erişmiştir. Bir zamanların sömürgesi Hindistan bile geleceğe İngilizlere göre daha parlak bakmaktadır. Açıkça görülmektedir ki Batı dünyasının elinde Doğu'da en geç bir vakitte ele geçirdiği ve şu anda Doğu'nun en zayıf halkası olan Ortadoğu kalmıştır. Zamanla Batı, bu yaşam alanını da kaybedecek ve artık kendi kabuğuna çekilip karşı saldırıyı en az hasarla püskürtmenin, hatta belki de yaşam mücadelesine tutunmanın yollarını araştıracaktır.

Eric Hoffer, Değişim Sancısı, İstanbul, Dergah Yayınları, 2017.

Yorumlar