Ana içeriğe atla

MAGURUS'UN ARKA KOLTUĞUNDAKİLER (ARZ-I HAL) - MEHMET MUHARREMOĞLU

Muhterem efendim.
Ulaşmak istediğimiz bir Menzil vardı: İlim yolcularıydık. Denkler dizilmiş, develer hazırlanmıştı. Kendimizden büyük ideallerimiz vardı.
Heyecanlıydık. Okuyup adam olacaktık. Memleket omuzlarımızda yükselecekti. Bu halimizle kendimizi Kürşad'ın askerleri gibi hissediyorduk.
Erkenden kalktık o gece. Zorlu bir yolculuğa çıkacaktık. Ama uyku nerde? Sabah yıldızını bekleyecektik artık. Ne uzun ve ne karanlık gece idi Rabbim!
Birden bulutlar sarmıştı etrafımızı. Yoksa yolculuk ertelenecek miydi? Bu havada çıkarsak yolumuzu kaybedebilirdik. Kara bulutlar iyiye alamet değildi. Üstelik yolumuz çetindi.
Bekliyorduk; sabırsızlıkla ve heyecanla. "Ve bir yıldız doğdu geceden". Vakti bilmiyorduk; sandık ki sabah yıldızıdır. "Çıkılan yoldan dönülmezdi" değil mi efendim? Kürşad da böyle demişti erlerine. Bir defa develer hazırlanmış, kalemler kuşanılmıştı. Yükledik develeri: "Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle".
Yola çıktık böylece efendim. Kimimiz Konya'ya, kimimiz İstanbul'a, Ankara'ya yürüdük.
İlerliyorduk sarp kayaların arasında. Ama havanın açılacağı yoktu. Sabah olmuyordu, bulutlar toplanmaya devam ediyordu. Ve tipi bastırdı efendim, göz gözü görmez oldu. Şuursuzca yol almaya devam ettik. Develerimizi kaybetmiştik. Kılavuzumuzun işaretlerini göremiyorduk. Sesini sert bozkır rüzgârı dağıtıyordu. Sağımızdan sesleniyorsa, ses solumuzda duyuluyordu.
Bazılarımız fal açmaya başladı. Kimimiz "çıktığı kız"la Şanlı Edesa'da Hamburger yemeğe gitti. Bazılarımız okulu bir an önce bitirip "masa"nın başına geçmeyi düşünür oldu. Kimisi de toplumla bütün ilgisini kopararak kitapların içine gömüldü. Bu öyle bir dereceye vardı ki, memleketin ağabeyi gelse "sen de nerden çıktın" diye sorar oldu.
Ben mi muhterem efendim? Her akşam güneşin batışını seyretmeye gidiyorum. Ardımda Ankara'nın tozu dumanı, çarpık ilişkileri, sol tarafta çatılara gerilmiş metal çarmıhlar, yanımda yönümde süs köpekleri... Evlerin bitip uzakta şantiyelerin, trafoların görüldüğü bir tepenin üzerinde, çakır dikenlerinin arasına oturuyorum ve Ankara'ya lanetler okuyarak mı, dualar ederek mi ayrıldığını henüz bilmediğim güneşin batışını seyrediyorum. Ama şunu biliyorum ki güneş nasıl Ankara'ya, her şehre doğduğu gibi doğuyorsa; Ankara'da da her şehirde battığı gibi batıyor. Ardından kurşun rengi karışımı bir kızıllık bırakarak.
Bu halimizle Kervankıran yıldızına kanıp yola çıkan kervana ne kadar benziyoruz değil mi efendim? Bizim de ardımızdan bir türkü kalır mı bilmem?
Şimdi ne zaman "bir yıldız doğdu yüceden" türküsünü duysam, aklıma hep o kervanın hazin hikayesi gelir. Bir de Ankara'da güneşin batışı.

Muhterem efendim.
Aynı şartlar altında size çok iyimser tablolar da sunabilirdim. Bu mümkün belki de ve bana "teselli de verebilirdi". Hatta nutuklar da atabilirdim: "Kervan yeniden toplanacak, yolumuza aynı hızla devam edeceğiz". Bu da mümkün. Beklediğimiz ve olması gereken de bu zaten. Ama benim yapacağım zevahiri kurtarmaktan başka bir şey olmazdı. Biliyorum ki bizim kitabımızda ucuz kahramanlığa yer yok.
Ankara mı? Ankara bildiğimiz gibi efendim. Ankara bugünlerde "tao”yu tüketiyor. Ve bol bol "itburnu" içiyor.
Ankara'da tabiat, ilişkiler gibi resmi. Yağmur bir geliyor sağanak halinde, bir geçiyor. Sonuçta Ankara'ya yağmur yağıyor. Ankara'nın kırkikindileri arasından hürmetlerimi ve selamlarımı kabul eder misiniz muhterem efendim?
17 Temmuz 1995

Yorumlar