Ana içeriğe atla

METİN ELOĞLU'NUN "İSTANBULLU" KİTABINA DAİR - HASAN BAZI

“üsküdarlıyım, babam boyabatlı, seni seviyorum, iddiasına var mısın?”


istanbullu kitabını, yalnız geçirdiğim ikindiüstülerinde büyük bir şevkle, bir dostla muhabbet ediyormuş gibi okudum. zaman zaman yazarla hasbihâl ettim zaman zaman da yazarla birlikte ben de istanbul hasretliği çektim. istanbullu olmasam da böyle böyle istanbul özlemimi giderdim.

metin eloğlu hem şairdir hem de ressam. bu vasıfların da üstünde o bir sanatkârdır. ömrünü elinin emeğiyle yaptığı resimleri satarak geçirmiştir. istanbulludur. modern türk şiirinin doruk şairidir, hayatını şiiri uğrunda yaşamıştır.

eloğlu’nun şiirlerindeki keşmekeşliğin hikâyelerine de sirayet ettiğini görmek bir okuyucu olarak beni memnun etti. kitap 25 farklı hikâyeden müteşekkil. yayına hazırlayan turgay anar kitaba yazdığı mukaddimede eloğlu’nun üslubu hakkında şunları söylüyor:

“Hemen her anlamda “kendi kalmayı” tercih etmiş, kendi kalarak asıl davası olan dili işleme, temizleme, genişletme, arıtma yolunda çalışmalar yapmıştır. Belki dille ilgili eylemi devam ettiği için, belki kişisel özelliği olan hiçbir kurala boyun eğmeyen mizacı sebebiyle eserlerini verirken Türkçeye katkısı, etkisi tam manasıyla irdelen(e)memiştir.”


metin eloğlu’nun nevi şahsına münhasır bir dile yaslanması, marjinal bir üslubu olması dikkat çekmiştir. bu bağlamda metin eloğlu’nun 1950-60 arası birçok genç şairi etkilediğini cemal süreya dile getirmiştir.

hikâyelerdeki karakterler hayatın çilesini çeken, hınzır, kadın düşkünü, hayatla dalgasını geçen, biraz kösnülleşmiş, biraz da köhnemiş yaşamak sevinçlerini diri tutan hayatın içinden insanlardır. karakterler her daim umutlarını yitirmeyen, zararın neresinden dönsek kârdır deyip her defasında yeniden başlamaya çalışan ancak, ipin ucunun kaçtığını anlayınca kendini derbederliğe vuran tiplemelerdir. kitap insanı bir hayat mücadelesinin içinde, hayata dair düşlerin, hayallerin arasında dolaştırıyor.

“akşamım akşam olacak nerdeyse… lakerda var, diş diş sarmısak, ıspanak kökü… onu göresi gözüm yok, sana pırnaklı bir sevgim. Daha ne mi olsun? Şey olsun, bir Salı.. o salıda sen olsun, ayrılmasız. İstanbul olsun, Karagümrük olsun, Avustralya, paris, kısacık saçların, Madagaskar, Lizbon, yan yanalığımızda gözlerinin gülüşü, uludağ, asmalımescit’te bir lokanta, bir kızımız, bir oğlumuz olsun. Düş insanı mıyım? Yoo…”

metin eloğlu’nun şiirlerinde kullandığı üslubu, argo ifadeleri hikayelerde de görmek mümkün. bu sebepten kitabı okuyan birinin sıkılması işten bile değil. okuyucu hikâyeleri okurken 50’lerin istanbul’unda adeta bir seyahate çıkıyor. adalara yapılan ziyaretler, üsküdar’ın bağlarında gece yarılarını bulan dolaşmalar, vapur seyahatleri…

“….Boğaziçi’nde ayın on dördü... Hayal şehir önlerinde Kız kulesi... Gökyüzü silme yıldız... Devriye düdükleri... Şairanesinden bir gece... Orhan kim bilir kaçıncı uykudadır? Penceresini şöyle bir tıklayacaksın. Duymayacak. Bir daha tıklayacaksın. Gene duymayacak! Orhan’cığım... diye sesleneceksin. Şu “cığım”da ne keramet vardır, bilinmez... İnsanı ölüm uykusundan uyandırır kâfir!”

istanbul’un yanı sıra anadolu’da; bitlis’te muş’ta, kayseri’de, elazığ’da geçen hikâyeler de mevcut.

“Kamyonun tepesinde kırk keçi, eşkıya kılıklı bir Kürt, satlıcanlı iki taze, birinin ağası, çoluk çocuk, bir de ben. Şoförün yanıda bir kaymakam, bir tacir. Elazığ’a gidiyoruz. Biliyorum, oradan İstanbul’a göndermeyecekler. Katiyen… Elifi elifine 4 yıl oluyor. Ama artık İstanbul’u göremeyeceğim. Üsküdar vapurunda yerim yok. Tünelin hıncahınç saatlerinde, kimse şu yaşlı başlı halime bakıp bana yer vermeyecek. Oysaki ne kadar isterdim. Yaşamama, sağlıcakla kalmama hak veren insanlar, selamıma selam, küfürüme küfür...”

bir kitapla, bir dostla muhabbet etmek her vakit nasip olmaz. nasibime düşeni bir ikindiüstü misafir ettim.

görelim âyîne-i devrân ne suretler gösterir.




Yorumlar